Haberlere göre hoca, 27 Temmuz 2009 günü
Yalova'da yaptığı konuşmada asırlık yanılgıları düzeltmiş: 1)
Osmanlı Devleti yaygın olarak bilinenin tersine 1299'da değil, 1302'de, 2)
Söğüt'te değil, Yalova'da kurulmuştur.
Ne var ki, Halil İnalcık'ın söylem ve yöntemine aşina olanlar için ikincisini söylemeyeceği açıktır. Aslında Hoca, kesinlikle "
Osmanlı Devleti Yalova'da kurulmuştur" demiyor. Ya ne diyor? Şunu:
Osman
Gazi'nin asıl hedefi, bir süre
Selçuklulara başkentlik yapmış olan
İznik'i fethetmekti. Şehri kuşattığı sırada İznik Gölü üzerinden bir ulak, İstanbul'a gidip
yardım istedi. İçlerinde paralı Alan askerlerinin de bulunduğu
Bizanslılar,
Karamürsel ile Yalova arasında bulunan
Hersek Dili'nde yapılan bir baskınla denize döküldü.
Tarih, 27 Temmuz 1302.* Bu, Osman Gazi'yi tarih sahnesine çıkaran büyük tarihî olaydır. Nitekim bu savaşı anlatan Bizanslı tarihçi Pachymeres, bu zaferden sonra
Anadolu beyliklerinde yaşayan gazilerin Osman'ın bayrağı altında toplanmaya başladıklarını yazmıştır.
Bu biraz gaddarca yapılmış
özet, bir 'yer' meselesinden ziyade, bir tarih meselesi karşısında olduğumuzu apaçık göstermektedir.
Görüldüğü gibi İnalcık Hoca, ne basına yansıtıldığı gibi "Söğüt ve Yalova arasında
kavga" çıkarıyor, ne de "Osmanlı Yalova'da kuruldu" diyor. Söylediği, sadece Osmanlı Devleti'nin hanedan olarak meşruiyetini kabul ettirdiği bir olayın mahiyeti ve gerçekleştiği tarihtir. Bu savaş da bugünkü Yalova sınırları içinde cereyan etmiştir. O kadar.
Böylece Hoca, Osman Bey adına ilk hutbenin okunmasını esas alan eski anlayış yerine, kâfirlerle yapılan ilk ciddi cihadın Osmanlı Devleti'ne başlangıç noktası yapılmasını
teklif etmektedir. İlk defa bu zaferden sonra gaziler kendilerine "Osmanlı" demeye başlamışlardır ki, hanedan ve devletin temelinin atılması bu savaşla mümkün olmuştur İnalcık Hoca'ya göre. Yalova'da geçen bir savaşın sonunda Osmanlı Beyliği kurulmuştur demek ile Osmanlı Yalova'da kurulmuştur demek arasındaki farkı nasıl atlarsınız?
Hafızalarımız o denli kötürüm vaziyette ki, bundan tam 10 yıl önce, yani 1999 Temmuz'unda, yine Halil Hoca, yine Yalova'da, yine aynı konuşmayı yapmış ve yine belli çevreler olayı yine aynı şekilde çarpıtmışlar ve sonunda hocayı
isyan ettirmişlerdi. 1999'da "Tempo" dergisine şöyle şikâyet ediyordu basından:
"Hiç söylemediğim şeyler bana atfedildi. Muhabirler bir haberi verirken yalnız ve yalnız sansasyon, heyecan yaratma noktasına kapılmamalı. (...) Ben bir tarihçi olarak bundan çok zarar gördüm."
Mesele bu kadar bayağı düzeyde ele alındıkça sevgili İnalcık Hoca da, Osmanlı'ya gönülden bağlı olanlar da üzülmeye devam edecekler gibi görünüyor.
Şimdi izninizle biraz da konunun irdelenmesine geçelim.
Öncelikle
modern öncesi çağlarda devletler öyle 101 pare top atılarak kurulur sanıyorsak fena halde aldanıyoruz. Hele hele Osmanlı gibi imparatorluk yapıları, "kurulmaz"lar, bir anda "ortaya çıkarlar"dı.
Christoph Neumann çok haklı bence. Şöyle diyor: "Osmanlı hükümdarlığının ortaya çıkışı, bir olay değil, bir süreç idi. Öncesinde bir Osmanlı devletinin var olmadığı, sonrasında var olduğu bir an yoktur. Osmanlı bağımsızlığı aşağıda bekleşen halka bir balkondan ilan edilmediği gibi böyle bir karar veren bir toplantı da yapılmamıştır."
Eğer biz tarihte Osmanlı Devleti'nin kurulduğu bir 'an'ı yakalamak istiyorsak, boşuna beklemeyelim, o 'kesin an'ı hiçbir zaman yakalayamayacağız. Önümüze çıkacak bütün tarihler tartışmalı olacak ve 29
Ekim 1923'teki gibi resmî bir
belge hiçbir zaman bulunamayacaktır.
Bu mantıktan gidersek, "Selçuklu Devleti ne zaman ve nerede kuruldu?" sorusuna verilecek
cevap, "1040'ta Dandanakan'da kuruldu" mu olacaktır? Tıpkı Bapheus savaşı gibi savaşın geçtiği yer, devletin kurulduğu mekânı tanımlasaydı, Merv şehri yakınlarındaki Dandanakan sahrası, Selçukluların kurulduğu yer ilan edilmeliydi. Ama edilmedi. Olay olarak kaldı.
İlle de fantezi yapacaksak, Selçukluların Dandanakan'ı beklemeden 1035'te Nesa savaşında Gaznelileri yenmesiyle veya 1038'de Serahs zaferi ve Nişabur'u fetihleriyle kurulduğunu söyleyebiliriz pekala. İyi ama bütün bunlar neye yarayacaktır? Biz Selçuklular denilince nereye bakıyoruz: Dandanakan'a mı, yoksa Merv'deki o muhteşem türbeye, Erzurum'un incisi Yakutiye'ye mi?
Bence Osmanlı denilince yine Söğüt'e, Bilecik'e, Bursa'ya, İznik'e bakmaya devam edecek ama artık Yalova'yı da bu aziz hatıraya evsahipliği yaptığı için muhabbetle kucaklayacağız.
En iyisi, sözlerimi esrarengiz bir olayla noktalamak.
Jacques Lefort, bugün kulağını çokça çınlattığımız Pachymeres'e dayanarak 1302 yılında
Sakarya nehrinin şiddetli yağmurlar yüzünden "birkaç aylığına" yatağını değiştirdiğine dikkat çekiyor. 'İyi de ne var bunda?' demeyecekseniz söyleyeyim: Nehir yatağındaki bu değişim sayesinde, Osmanlı kuvvetleri çoktandır gözlerine kestirdikleri bazı kaleleri kolaylıkla almışlardı. Daha da ilginci, Lefort'a göre Osman Bey, bu "meteorolojik mucize" sayesinde İzmit'e kadar ulaşmış ve Bizanslıları yenmişti.
Böylece Sakarya da, Tuna gibi 'gazi
nehir' sınıfına girmiş oluyor. Belki de
Necip Fazıl onun bu özelliğini şairane bir maharetle sezdiği için yazmıştı "Sakarya Türküsü"nü. Kimbilir!
[email protected]
* Halil İnalcık Hoca bazen 1301 (1993'te Girit'te verdiği tebliğde Bizans uzmanlarının savaşın 1302'de olduğu iddiasını reddettiklerini söylemişti), bazen de son konuşmasında olduğu gibi 1302 tarihlerini vermektedir. Karışıklığın Pachymeres'ten kaynaklandığını tahmin ediyorum. Nitekim kendisinin aktardığı gibi P. Schreiner adlı araştırmacı, aynı savaş için 1304 tarihinin de geçerli olabileceğini söylemiş. Lütfeder de aydınlatırlarsa müteşekkir kalırız.