Dünya çapında bir jeolog ve
Türkiye çapında bir militarist olan Prof. Dr. Celal
Şengör, bunlardan biri.
Üniversitelere başörtüsünün kesinlikle sokulmamasını, aksi takdirde bu kurumların kapatılmasını savunurken lafını hiç sakınmamış. ‘Siyasi sembol’ gibi zorlama bahaneler aramış. Üniversiteler Arası
Kurul’daki kafadarlarına yolladığı mektupta açık konuşmuş: Özetle, ‘din uygarlığın düşmanıdır, zaten amacımız öğrencileri dinden kurtarmaktır, yok etmek istediğimiz şeyin sembolünün önümüzde ‘şakırdatılmasına’ izin veremeyiz’ demiş.
Başörtüsü yasağının altında yatan ‘din düşmanlığı’nın bu şekilde dürüstçe ifade edilmesi ne iyi.
CHP’liler bu kadar açık sözlü olamadıkları için kırk dereden su getiriyorlar. Deniz
Baykal en son ‘türbanın kültürümüzde yeri yoktur’ diye yeni bir argüman icad etti. Zamanında ‘
şapka devrimi’ yapmış,
Avrupa’dan fötr
ithal edip kanunla topluma dayatmış, ‘kültürümüzde yeri yoktur’ diye
itiraz edenleri de darağacına göndermiş bir partiden bugün böyle ‘
yerli’ laflar duymak göz yaşartıcı...
Sayın Baykal’ın da inandığını hiç sanmadığım bu gibi zırvalarla
vakit kaybetmek yerine, meselenin Prof. Şengör tarafından açıkça ilan edilen özüne gelmek lazım: Türkiye’deki bazı seçkinlerin iliklerine kadar işlemiş olan ‘din fobisi’ne. Gerçi başörtüsü düşmanlığının altında aynı zamanda bazı ‘
estetik kaygılar’ ve ‘Batılı
yaşam tarzı’ tutkuları da var. Ama başka örnekler daha da açık. Mesela bir lisede öğrencilerin namaz kıldığı
küçük bir mescidin ‘ortaya çıkarılması’, Türk medyasında ‘suç üstü’ yapılmış havasında manşetlere taşınıyor. Türk elitinin önemli bir kısmı, dindarlığın ‘ninelerimiz’le sınırlanıp karantinayla durdurulması gereken tehlikeli bir virüs olduğuna inanıyor.
Bu zihniyetin felsefi kökenleri,
Princeton Üniversitesi tarih profesörü Şükrü Hanioğlu’nun 22 Ocak tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan ‘Seçkinler, Modernlik ve Dindarlık’ başlıklı önemli makalesinde tüm açıklığıyla anlatılıyordu. Prof. Hanioğlu’na göre bazı son dönem
Osmanlı aydınları ‘on dokuzuncu asır ortalarında
Almanya’da gelişen vülger materyalizm’den fena halde etkilenmişler, modernleşmek için dinin ortadan kaldırılması, ara aşama olarak da ‘reforme edilmesi’ gerektiğine kanaat getirmişlerdi. Modernliğin yolunun düpedüz ‘dinsizleşmekten’ geçtiğini savunan bu düşünce, Hanioğlu’na göre ‘
erken Cumhuriyet bilimciliği’ne
miras kaldı.
İşte, ‘dine inananlar üniversiteden kovulmalı’ diyen Prof. Şengör ve onun Üniversiteler Arası Kurul’daki ateşli yoldaşları, 19. yüzyıldan kalma bu ‘bilimcilik + din düşmanlığı + despotizm = modernlik’ formülünü dayatıyorlar bize.
Oysa onlar en son kafayı kaldırıp etrafa baktıklarından beri, yani 1930’lardan bu yana, global köprünün altından çok sular aktı. Prof. Şengör’ün inandığı ‘ateist dikta’ ilkesi üzerine kurulan bir dizi rejim, milyonlarca insana korkunç eziyetler çektirdikten sonra tarihin çöplüğüne atıldı. ‘Muasır
medeniyet’ ise ‘din özgürlüğü’nü alabildiğine genişletti.
Prof. Şengör’ün ‘ateist dikta’ çağrısı yapan mektubunda ‘bu konuda ne karşımıza çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan gösterilecek örnekler bizi ikna edebilir’ demesi boşuna değil. Bugün dünyada onun inandığı ilkelere uygun bir örnek yok ki. Belki bir tek
Kuzey Kore var, orada da
Müslüman yok. Eğer olsaydı, emin olun, oradaki ‘Ebedi Lider’in ‘laik cumhuriyet’i, bizdeki Üniversiteler Arası Kurul’un istediğinden farklı bir şey yapmazdı.
Çok
şükür ki öte yanda demokrasiye inananan, insanların istediği gibi yaşama ve giyinme hakkını savunan akademisyenlerimiz de var. Onların yürüttüğü ‘Üniversitede Özgürlük’ kampanyasını (universitedeozgurluk.blogspot.com) tek kelimeyle alkışlıyorum. Özgür Türkiye, kendileriyle gurur duyuyor.