Cinayet, işkence ve diğer ‘teamül’lerimiz


Geçen haftaki YAŞ tartışmaları sırasında şu “teamül” lafını bir kez daha ezberledik. Aralarında CHP liderinin (hani şu “anayasa değişikliği Malatya’nın kayısı sorununu çözmüyor” ya da “27 Nisan muhtırası Akepe’ye destek için verildi” gibi dahiyane çıkışlarıyla siyasetimizin zeka düzeyini göklere çıkaran Bay Kılıçdaroğlu’nun) da bulunduğu bir dizi zevat, hükümete köpürdü. “Ordumuzun ne güzel teamülleri var, ne karışıyorsunuz be kardeşim” dediler, özetle. Sözünü ettikleri ve “aman bozulmasın” diye üstüne titredikleri “teamül” ise, ordunun kendi kendini yönetmesi ve milletin seçilmiş temsilcilerini sadece “noter makamı” olarak kullanmasından ibaretti. Yani demokrasilerde yeri olmayan, ancak “yarı-askeri” bir rejimde görülecek bir garabetti. Belki aslında “bu teamüle de şükür” demeli, elimizdeki “ehven-i şer”e sevinmeliydik. Çünkü ordumuz yakın vakte kadar sadece kendi kendini yönetmekle kalmamış, biz sivilleri de yönetmiş, çizgiden çıktığımızda ise ağzımıza bolca biber sürmüştü. “ Yanlış” hükümetleri seçtiğimizde onları devirmişti mesela. Türkiye tarihinin en yüksek oy alan başbakanını önce işkenceden geçirmiş sonra da asmıştı. Bu alçakça cinayeti de “milli bayram” ilan etmişti. Ordumuz, böyle sert işler yapmadığı zamanlarda bile ülkenin idaresini elden bırakmaz, Kürd’e Kürt denmemesi yahut dindarların rahat nefes almaması gibi “milli güvenliği ilgilendiren” ehemmiyetli konularda hükümetleri hizada tutardı. Ne “teamüller” gelişmişti bu orduda, neler. 12 Eylül devrinde, mesela, tutuklanan hemen herkese türlü işkenceler yapılırdı. İnsanlar, üç aylık “gözaltı süresi” boyunca Filistin askılarına asılır, elektrik yer, hatta bazen copla tecavüze uğrardı. 90’larda ise bir başka “teamül” gelişmişti ki, Emekli Koramiral Atilla Kıyat geçen hafta deşifre etti bunu. Faili meçhullerin o dönemde bir “devlet politikası” olduğunu, bunun bölgede devletten nefret eden bir nesil yetiştirdiğini anlattı. (“Taş atan çocuklar” işte bu nefretin ürünü olarak ortaya çıktı, gökten zembille inmedi.) Sivil hükümetler, ordumuz kadar “teamüllü” olmadıkları için bazen bu işlerdeki yanlışlığı görebiliyor, mesela Tansu Çiller’in 1993’te yaptığı gibi “Bask modeli” gibi kansız çözümleri ağızlarına alabiliyorlardı. Ama ordumuz hemen kendilerini hizaya getiriyor ve “teamülleri” ayakta tutuyordu. Tüm bu traji-komik realitenin özeti şudur: TSK’nın kurmuş olduğu otonomi ve vesayet, bırakın “yıpratılması”, tümden ortadan kaldırılması gereken birer vehamettir. Hasan Cemal’in “Türkiye’nin Asker Sorunu” adlı kitabında ustaca ortaya koyduğu gibi, askerin siyasetten elini çekmesi, demokrasi için şarttır. Dahası, siyasi iktidarın asker üzerinde otorite kurması da şarttır. Baksanıza, ABD Başkanı Obama, sırf bir gazeteye iki çift eleştirel söz etti diye Afganistan’daki generalini görevden aldı. Bunun “ Amerikan demokrasisinin temel ilkeleriyle” ilgili olduğunu hatırlattı. Bizde ise bırakın eleştirel sözleri, hükümete karşı “kara propaganda” siteleri açtığı bilinen bir generalden ve “darbe şüphelisi” diğer subaylardan söz ediyoruz. Bunların yükselmesine “dur” demekle hem Cumhurbaşkanı hem de hükümet doğru bir iş yaptı. Buna karşı “teamül” sakızı çiğnemek, boş laftır. Çünkü bir şeyin yapılageliyor olması, doğru olduğu anlamına gelmez. Bunu dahi anlayamayan yeni CHP liderinin demokrasiden ne anladığını ise ben henüz anlayabilmiş değilim.
<< Önceki Haber Cinayet, işkence ve diğer ‘teamül’lerimiz Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER