Sonda diyeceğimi başta söyleyeyim:
Boşnak soykırımını mazur göstermeye çalışan
Sırp faşisti
Emir Kusturica’nın Antalya’daki
Altın Portakal festivaline davet edilmesi, utanç verici bir skandaldır.
Bunu haklı göstermeye çalışan CHP’li Belediye Başkanı Mustafa
Akaydın’ın tavrı ise, ayrı bir rezalettir. Kusturica’nın son anda kendi isteğiyle çekilmesi, bir şey değitirmez.
Neden mi?
Hikayeyi baştan ele alalım. Emir Kusturica,
Saraybosna doğumlu bir Sırp yönetmen. Sırp diyorum, çünkü ailesi aslında Boşnak kökenli olmasına rağmen 2005 yılında vaftiz olup Sırp Ortodoks Kilisesi’ne katılmış. Kendisine “ Boşnak kökenlerini” soranlara da şöyle demiş:
“Benim babam ateist idi ve kendini hep Sırp olarak tanımlardı. 250 sene
Müslüman olmuş olabiliriz, ama ondan önce Ortodoks’tuk ve içten içe Sırp’tık. Sadece Türkler’den kurtulabilmek için Müslüman olduk.”
Adamın din ve kimlik tercihine bir şey diyemem. Ama son dedikleri yanlış: Boşnaklar, Müslüman olmadan önce Ortodoks (ve dolayısıyla Sırp) değildi. “Bogomil” adlı farklı bir Hıristiyan mezhebine dahildiler ve hem Katolikler’den hem de Ortodokslar’dan zulüm görüyorlardı. Bu nedenle de
Osmanlı fetihlerini sevinçle karşıladılar; Türkler’i kendilerine yakın buldular. Zaman içinde de, kendi iradeleriyle, İslam’ı seçtiler. Kaldı ki kimsenin “ Türkler’den kurtulabilmek için Müslüman olmaya” ihtiyacı yoktu. Osmanlı yönetimindeki tüm gayrımüslimler, şeriatın koruması
altındaydı. Sırplar da o sayede Sırp olarak kaldılar zaten.
Neyse... Kusturica’nın asıl suçu, tarihi çarpıtarak Sırp milliyetçiliğine yontması değil. 1991-95 arasında, “Çetnikler”in, yani Sırp faşistlerinin
Bosna’nın Müslüman halkına karşı giriştiği aşağılık soykırımı haklı çıkarmaya çalışması.
Vahşetin baş suçlusu olan Sırp lider Slobodan Miloseviç’in
gönüllü propagandacısı gibi davrandığı biliniyor. Bir başka savaş suçlusu olan ve halen Lahey’de yargılanan Jovica Stanisiç’le yakın dostluğu, hatta kucaklaşırken çekilmiş fotoğrafları var. Bosna’daki katliamları hiçbir zaman kınamadığı gibi, “
tecavüz olayları abartılıyor” diyerek temize bile çıkarmaya çalıştı.
Boşnaklardan bize ne, öyle mi?
Peki bunlar bizi neden mi ilgilendiriyor?.. Milliyet’ten Mehveş Evin, tam da bu soruyu sormuş köşesinde. Şöyle demiş:
“Boşnakların Kusturica’dan nefret etmesi ve Türkiye’ye davet edilmesini kınaması gayet anlaşılır. Peki ya bizimkilere ne oluyor?”
Benim de aralarında bulunduğum bu “bizimkiler”e ne olduğunu söyleyeyim: İnançları ve değerleri gereğince Boşnakları “kardeşleri” olarak görüyorlar. Onların büyük acılarıyla alay eden bir adamı da taltif etmek istemiyorlar.
Kaldı ki Kusturica’ya tepki göstermek için “bizimkiler”den olmaya da gerek yok, “vicdanlılar”dan olmak yeterli. Örneğin
Fransız felsefeci Alain Finkielkraut, Kusturica’ya
Cannes Film Festivali’nde
ödül verilmesini
protesto etmiş, adamın yaptığının “en bayağı ve aldatıcı Sırp propagandası... ve Bosna’ya yönelik şeytani bir saldırı” olduğunu söylemiş. Fransız
Yahudi entelektüel Bernard-Henri Lévy de Kusturica’yı açıkça “faşist” ve “ırkçı” diye kınamış, onunkine alternatif bir Bosna filmi çekmiş. Peki, bırakın bu Fransızlar kadar bile olmayı, tüm bunların ayyuka çıkmasına rağmen Kusturica’yı hiç umursamadan Antalya’ya buyur eden Belediye Başkanı
Mustafa Akaydın ne demiş?
“Bundan 15 sene önceki bir olaydan dolayı, dünyanın çok değerli bir sanatçısına ırkçı, şovenist, aşırı milliyetçi bir yaklaşım içerisinde olamayız”, demiş.
Bakınız Akaydın beyefendi; iki adam
kavga etse ona “olay” denir. Trafik kazası olsa ona da “olay” denir. Ama 200 bini aşkın masum insanın öldürülmesine “olay” denmez. “
Soykırım” denir. Üzerinden 15 sene geçti diye de unutulmaz. Aksine, sorumlularının yakasına her yerde yapışılır. Destekçilerine de, hele de özür dilemedikleri sürece, her zaman tepki konur.
Son olarak, Boşnak dostlarıma ve kardeşlerime bir not: Türkiye’deki bu hassasiyet yoksunu tiplere lütfen aldırmayınız. Yaşadığınız korkunç acıları paylaşan ve verdiğiniz onurlu mücadeleden gurur duyan milyonlarca insan var bu ülkede.
Ve sizi asla yalnız bırakmayacaklar.