Yurtdışı kan revan içindeyken
Türkiye makroekonomisinde durum ne? Durumu aşağıda makro
ekonomik hikâye ile anlatalım.
Sanayi üretiminde
büyüme yavaşlıyor mu? Sanayi üretimi
büyüme rakamları ağustostaki ani ve aşırı düşük büyümenin (yüzde 3,7) ardından eylül ayında bu kez aşırı hızlı büyüdü. Olası
ölçüm farklılıkları ya da istatistiksel hataların birbirini götürdüğünü farz edersek bu iki ay
sanayi üretiminde büyüme yıllık yüzde 8'lik büyümeye işaret ediyor. Mevsimsellik ve takvimden arındırıldığında ise bu iki aydaki yıllık büyüme yüzde 5 seviyesinde.
Genel trende bakıldığında, son aylarda sanayi üretimindeki büyümenin (mevsimsellikten arındırıldığında) ortalama yüzde 5 bandının altında kaldığı görülüyor.
Bu, ekonominin yavaşlatılması açısından iyiye işaret. Ancak unutmayalım, mesele sanayi üretiminin yavaşlatılması değil, iç
tüketimin yavaşlatılması.
Özel kesimin tüketim eğilimini
tüketici güven
endekslerine bakarak anlamaya çalışıyoruz. Bu konuda,
Merkez Bankası ve
TÜİK'in yayınladığı tüketici
güven endeksiyle CNBC'nin yayınladıkları arasında son birkaç aydır nispeten farklı sonuçlar çıkıyor; ancak genel eğilim hakkındaki sonuçlar büyük ölçüde birbirlerine paralel. Her iki endeks de tüketici güveninde bir miktar
zayıflama olduğunu gösteriyor. Daha büyük bir istatistiksel tabana oturan
TCMB-TÜİK endeksindeki düşüş, özellikle ekim ayında, daha göze çarpıyor. Sonuç olarak, bir miktar zayıflama emaresi gözüküyor olsa da tüketim eğilimi hâlâ oldukça güçlü.
Şirketler kesiminde güven yine güçlü. Toplam güven endeksi ekimde biraz gevşedi. Ancak yine de zirve yaptığı tarihî yüksekliklerde.
Yatırım harcamalarında ekim ayında güçlü bir düşüş gerçekleşti ancak tek bir ay bilgisi ile bu eğilimin kalıcılığı hakkında hüküm vermek güç. Dahası yatırım eğilimi seviyesi hâlâ oldukça yüksek. Buradan çıkacak sonuç, şirketler kesiminde de güven ve harcama meyli yüksek.
Bu yılın en iyi haberleri yine kamu kesiminden geliyor. Eğer özel tüketim bu kadar güçlüyken kamu açığı da artacak olsaydı çok farklı (ve zor) bir durumda olacaktık. Bu yıl artan ekonomik aktiviteyle birlikte hem
ülke içinde toplanan KDV hem de ithalattan alınan KDV ve diğer
vergiler yükseldi. ÖTV'deki artış ise çok daha dikkat
çekici oldu ve bu
kalem en önemli vergi kaynağı haline geldi. Buna, harcamalardaki artışın kontrollü devam etmesi eklenince
bütçe dinamikleri açısından çok olumlu bir yıl yaşadık.
Bütçe dinamikleri ile yüksek büyüme birleşince borç dinamikleri de olumlu etkilendi. Bu köşede yılın başlarında borç dinamiklerinin matematiksel olarak olumlu seyredeceğini okumuştunuz. Reel büyüme oranının reel
faizden yukarıda olması borç/GSYİH oranının düşmesini sağlıyor. Bu yıl büyüme yılbaşında beklenenden de fazla oldu. Reel faizler ise son dönem hariç düşüktü.
Borç dinamikleri daha iyiye giderken reel faiz son dönemde neden artıyor? Birincisi
Merkez Bankası'nın fiili politikası faiz artırımı yönünde. Tüketim açısından baktığınızda bunun böyle olması da gerekiyor. Buna karşılık asıl etken yurtdışı. Avrupa'da "önemli" bir ayrışma yaşanıyor.
Güvenli limanlara kaçış
Alman bonolarının faizlerini düşürürken neredeyse diğer tüm ülke faizleri aynı hareketin ters yönünde kalıyorlar. Bu da,
Yunanistan'dan Fransa'ya kadar farklı derecelerde etki eden bir süreç. Son dönemde
İtalyan kâğıtlarının faizleri yüzde 7'lere ulaştı. Bunun reel faizi, İtalyan büyüme oranlarıyla birleşince bizdeki tam tersi bir matematik işliyor. Bu da Roubini gibi profesyonel kahinlerin İtalya'nın Euro'dan düşeceğini söylemesine yol açıyor. Ancak sorun Yunanistan,
İrlanda, İtalya kadar faizleri yüzde 4'leri geçen Fransa'yı dahi vuruyor. Türkiye de bundan nasibini alıyor.
Türkiye'nin yumuşak karnı hâlâ riskler taşıyor. Dış ticaret açığı mart ayından beri sekiz-dokuz milyar dolar aralığında dolaşıyor. Sanayi üretiminde olduğu gibi ağustos-eylül anomalisinin ortalaması da sekiz milyar dolar civarında.
Dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari açığın, bu inatçılığında iç tüketimin ve şirket davranışının etkisi büyük. Yukarıdaki bölümlerdeki bilgiler bir araya geldiği zaman ortaya tutarlı bir sonuç çıkıyor: 2010 yılında olduğu gibi, ekonominin büyümesi iç harcamalara dayalı. Şirketler, kurun da desteğiyle daralan ve
kriz halindeki yurtdışı piyasalardan artan ihracat yoluyla pay alıyorlar ancak aktivitelerini büyük ölçüde iç piyasaya dayandırıyorlar. Tabii bizim kahraman iç pazarımızdan faydalanan sadece iç üreticiler değil yurtdışı üreticiler de. İnatçı açığın arkasındaki ana tutarlı hikâye bu.