17 Ocak tarihinde, Dünya Gazetesi'ndeki
Küresel Bakış köşesinde, "Arap sokaklarının ilk skoru" başlıklı kısımda "
Tunus'ta Habib Burgiba'dan sonra
yönetimi devralan
diktatör Zeynel Abidin
halk tarafından alaşağı edildi.
Bu, zannedildiğinden çok daha önemli bir olay. Mısır'dan Arap yarımadasına ve kuzeydoğu Ortadoğu'ya kadar, yakında önemli gelişmeler olabilir." diye yazmış ve eklemiştim: "Tunus halkı tarihi bağlardan dolayı
Türkiye'yi çok sever. Türkiye olayı tribünden seyretmemeli..."
Fazla değil dört hafta içinde, yakın zamana kadar küçümsenen Arap sokakları ikinci skorunu
Kuzey Afrika'nın doğusunda gerçekleştirdi. Şimdi
Libya'daki rejim sallanıyor.
Yemen de benzer bir süreçte. Antidiktatoryel ve demokratik hak arayışı geniş kitlelere oldukça sempatik geliyor ve onları harekete geçirecek enerjiyi sağlıyor. Bu sürecin değişik şiddetlerde, yakında
İsrail ve hatta Orta Asya'ya yayılması da muhtemel. Öte yandan, Çin gibi
demokrasi karnesi oldukça zayıf olan bir
ülkeye yayılmayabilir zira bu ülkedeki rejimin
demir yumruğu oldukça güçlü.
Bu sürece uzaktan bakıldığında bazı sorular öne çıkıyor:
Halk hareketlerini dış güçler mi organize ediyor?
Eğer olaylar kısa sürede durulmazsa petrol fiyatları başta olmak üzere diğer ülke ekonomilerini etkileyecek faktörler nasıl seyreder?
Türkiye olaylara karşı nasıl tavır almalı?
Halk hareketlerini dış güçler mi organize ediyor?
Atom bombası ile
nükleer reaktör arasındaki temel fark, ikincisinde "zincirleme reaksiyonu"
kontrol altında tutmaya yarayan "moderatör" kadmiyum çubukların olmasıdır. Bir başka deyişle, eğer zincirleme reaksiyonu kontrol altında tutmayı beceremeseydik
atom bombaları olacak ancak nükleer reaktörler olmayacaktı. Sosyal olaylar da zincirleme reaksiyonlara benzer; sosyal olayları başlatmak kolay olsa da kontrol etmek zor. Dolayısıyla, dış güçlerin sevdiği yönetim değiştirme aracının darbeler olması boşuna değil. Halk hareketleri kolayca başlatılabilse de, kontrol edilmesi güç halk hareketlerinden istenmeyen sonuçların ortaya çıkma riskini alamıyorlar. Dahası, özellikle Batılı güçlerin diktatörlerle ilişkileri demokratik güçlerle ilişkilerinden her zaman daha kolay olmuştur; özellikle Ortadoğu'da.
Kısacası,
Kuzey Afrika olaylarının dışarıdan organize ediliyor olma ihtimali düşük.
Olayların dünya ekonomisine etkileri ne olur?
İyi etkileri olmaz... Büyümenin hâlâ kırılgan olduğu,
Avrupa ve ABD'de bütçelerin bozuk olduğu bir ortamda ilave bir belirsizlik kaynağının iyi karşılanacağını beklemiyoruz. Eğer süreç uzarsa
büyüme beklentileri düşebilir.
Belirsizlik ortamı devam e
derse, likiditenin genişletilmesi yönünde merkez bankaları üzerine
baskı gelecektir. 11
Eylül saldırısından sonra ABD'de FED'in
faiz indirimlerini hatırlayalım. Ancak artması muhtemel likiditenin piyasaya ilk giriş yolu
sermaye piyasaları olsa da, burada kalması, aksine portföylerin likit kalması muhtemel.
Türkiye olaylara karşı nasıl tavır almalı?
Türkiye, Kuzey Afrika açısından sıradan bir ülke değil. Bu
bölgede ülkemize karşı derinden derine bir sevgi var. Bunda milliyetçilik akımlarının iyiden iyiye yayıldığı dönemde
Osmanlı'nın bölgedeki otoritesini Batılı güçlere kaybetmesinin yardımı olmuş olabilir.
Ancak, bölgenin basit bir denklem olmadığının altını çizelim. Bölgede halk kadar bazı yönetimler de Türkiye ve Türklere kendilerini yakın hissettiği, en azından Türkiye'ye Türkiye'nin onlara verdiğinden daha fazla önem verdiği bir vakıa.
Kaddafi'nin 1969 yılında, Bursa'dayken devirdiği Kral İdris Sunusi ailesinden geliyordu ve Türkiye ile yakın bir devlet adamıydı. Devrildiği dönemde, yeni keşfedilen petrol kaynaklarının verdiği cesaretle, önceki yılların aksine, Batı'dan bağımsız bir
politika çerçevesi oluşturmaya çalışıyordu. Dedik ya, dış güçler darbeleri seviyor, halk hareketlerini değil.
Buna karşılık Kaddafi'nin de devirdiği Kral İdris kadar Türkiye'ye önem verdiğini de söyleyelim. Libya, Kaddafi döneminde 1970'li yıllardan itibaren Türk müteahhitlere kucaklarını açtı. Dahası, Kaddafi'nin
Kıbrıs Savaşı'nda Türkiye'ye verdiği destekle aldığı uluslararası riski hatırlayalım. Hürriyet'ten
Tufan Türenç'in, bir Türk diplomatının bu döneme ait ilginç anısını anlattığı 25
Şubat 2011 tarihli yazısını okumanızı
tavsiye ederim.
Türkiye'ye karşı benzer bir ilgi, hem yönetim hem halk bazında, Tunus'ta da her zaman oldu. Dediğimiz gibi, en azından Türkiye'nin Tunus'a olan ilgisinden çok daha fazla. Zeynel Abidin'den önceki Tunus diktatörü Burgiba bir
Atatürk hayranıydı. Tunus'ta ders kitaplarında hem Osmanlı padişahlarının hem de Atatürk'ün resimleri bol bol görülürdü. Tunus'ta üç ay geçirdiğim 1987 yazında fabrikalarda, sokaklarda, üniversitede gördüğüm Türkiye ilgisini asla unutamam.
Dolayısıyla, bu bölge Türkiye açısından oldukça önemli. Türkiye bu bölgede, üzerine güçlü ilişkilerin bina edileceği
doğal bir tarihi -kültürel- dini ilişkiler temeline sahip. Dahası, yeniden şekillenen
Akdeniz siyaseti, yeniden şekillenen bir Akdeniz ekonomisi manasına geliyor. SSCB'den Rusya'ya geçişte dünya ekonomisinin ve ardından siyasetinin nasıl değiştiğini hatırlayalım ve tekrar edelim: Türkiye bu süreci tribünlerden seyredemez.
Diğer ülke vatandaşlarının da kurtarılması gerekiyor
İngiliz kurtarma operasyonu başarısız kalıp Türkiye'ninki başarılı olunca İngiltere'de, özellikle
muhalif basın, Türkiye'ye övgüler yağdırdı. Libya'da değişik milletlerden kurtarılmayı bekleyen çok sayıda insan var. Örneğin
Boşnak mühendisler. Türkiye operasyonlarına bu insanları da katmalı. Saddam'dan kaçan peşmergelere kucağını açtığı gibi.