Şimdi ortada düşman varlığından filan söz edemeyiz tabii, ortada o anlamda savaş yok. Ama dün hükümetin tam
Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in ziyaretinden bir gün önce, Rusya ile nükleer elektrik santralı ve
Samsun-
Ceyhan petrol
boru hattı için mutabakat muhtırası imzalayacağını duyurunca önce ‘Bu ne rastlantı?’ dedim. Sonra da aklıma Fleming’in sözü geldi.
Enerji Bakanı
Taner Yıldız’ın 21 Temmuz’da Putin’in enerji konularındaki
Başbakan Yardımcısı İgor Syeçin ile
Ankara’da yaptığı görüşmelerin ve günlerdir Ankara otellerinde
kamp kuran Rus uzmanların buraya boşuna gelmediği de anlaşılmış oldu.
Daha Putin Ankara’ya gelmeden Ankara’nın mutabakatı açıklaması bazı yorumlara yol açtı tabii. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 13 Temmuz’da ev sahipliği yaptığı
Nabucco doğalgaz
boru hattına Rus itirazının ortadan kalkmasının karşılığı mıydı acaba
nükleer santral ihalesinde Ruslara bir şans daha verilmesi?
Avrupa ve
Amerika şirketleri Rusya’nın Nabucco’yu baltalamaması için mi bu defa topa sert girmeyeceklerdi?
Kuliste konuşulana bakılırsa, turpun büyüğü heybede: Yarın Putin geldiğinde İkinci
Mavi Akım yoluyla Rus gazının Nabucco’nun yanı sıra
Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesi konuşulacak.
Enerji ve
Kürt işleri
Ve tabii Kafkaslar ve tabii
Ermenistan ve
Azerbaycan. Bu bölgede (aslında Birinci Dünya
Savaşı’ndan bu yana ama) güncel olarak
Irak savaşından bu yana büyük ölçekteki bütün siyasi gelişmeler bir şekilde enerji savaşının ya parçası, ya da yansıması.
Zaten ABD, Türkiye’nin Rusya ile enerji hareketlerini yakından izliyor. Obama yönetiminin
Hazar Enerji Koordinatörü Richard Morningstar, birkaç hafta önce münhasıran Türkiye konularıyla ilgilenmek üzere eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris’in danışmanlığını aldı. Bu
tercih Vaşington’un Türkiye ve etrafındaki enerji işlerine verdiği önemin ve bakışının yansımasıydı. Parris’in Ankara görevi sırasında hem
Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol
botu hattı anlaşması imzalanabilmiş, hem de
PKK lideri Abdullah
Öcalan ABD’nin yardımıyla yakalanabilmişti.
Kürt meselesi de enerji denkleminin parçası. Öyle ya, geldiği aşamada Kürt meselesinin, Irak denkleminden bağımsız olduğunu düşünmek, ya da Nabucco’nun Irak’tan gelecek gaz olmaksızın yaşayacağını düşünmek zor.
Yine bir rastlantı olsa gerek, Rusya ile enerji mutabakatı haberi Yüksek Askeri
Şura sonuçlarının açıklanmasından ve Başbakan Erdoğan’ın DTP Genel Başkanı
Ahmet Türk ile görüşeceğini söylemesinden hemen sonra geldi.
Başbakan bu önemli açıklamayı dün Başkanlık seçimi için
Meclis’e geldiğinde yaptı.
Erdoğan’ın DTP manevrası
Aslında Erdoğan’ın bir gün önce parti yönetimi ve milletvekillerine ‘DTP ile görüşebileceğini’
söylediği haberi kulise sızmıştı. Ama herkes defalarca ‘PKK’yı
terörist ilan etmeden DTP ile
görüşmem’ diyen Başbakan’ın bu manevrayı nasıl alacağını merak ediyordu.
Manevra formülü Meclis imkânlarıyla bulundu. Erdoğan bugünkü görüşmeyi Başbakan olarak değil,
AK Parti Genel Başkanı ve AK Parti Meclis Grup Başkanı sıfatıyla yapacaktı. Bu manevra karşılığında DTP’den beklenen nedir? Bunu belki bugünden sonra görmek mümkün olacak.
Ama Başbakan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’yi ‘görüşmeyi içeriğini duymadan reddettiği’ gerekçesiyle çözüm çabasının içine almak istemediği belli. Dün ‘Bakanını’ MHP’ye gönderme lüzumu görmediğini söyledi Erdoğan. Kürt meselesinde çözüm arayışlarını koordine eden İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ı kastediyordu.
Peki Erdoğan, Atalay’ı görevlendireceğine
Baykal’la görüşme talebinde bulunamaz mı? İşin
teknik olarak sahibi Atalay, o açıdan bir sorun yok. Ama bir soru var zihinlerde: Acaba Erdoğan, tıpkı Bahçeli gibi Baykal’dan da ‘ret’ cevabı duymak için Baykal’a gerekçeler mi sunmaya çalışıyor?
Baykal dün
CHP Grubu’na hitabında zaten hükümetin Kürt sorununa kanaat önderlerini dahil etmesinin ‘Kendi söyleyemediğini başkalarına söyletme’ çabası olup olmadığını soruverdi.
Partiler arasında, diyelim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den dönen Özel
İstihdam Büroları yasası üzerine kurulabilen
diyalog çok daha önemli. Kürt meselesi konusunda neden kurulamasın? Yoksa bu da rastlantılar zincirinin parçası mı?