‘Siyasette söz, sesten daha hızlı hareket eder’.
Süleyman Demirel’in “Siyasette 24 saat uzun bir süredir”, ya da “Meşru zeminlerde çare tükenmez” sözü kadar, Turgut Özal’ın “Anayasa’yı bir defa delmekle bir şey olmaz” sözü kadar Türk
siyasetinin doğasını anlatan bu söz ikisine de ait değil.
Bu söz şimdiye kadar kürsülerden çok, kulisleri, sahne ışıklarından çok gölgeleri
tercih etmiş, siyasetin kontrolünün televizyon ekranlarından değil, parti
teşkilatlarından yapılacağını anlamış bir siyasetçiye ait.
Bence Türk siyasetinin doğasını şimdiye dek en başarıyla özetleyen bu sözün sahibi
CHP’nin Genel Sekreteri
Önder Sav.
Herkesi şaşırtan şekilde 5-6-
7 Haziran 2010 tarihlerinde ‘egedesonsoz.com’ internet gazetesinden Ümit Yaldız’a verdiği mülakatta kullandığı bu cümle, nedense çok kişinin dikkatini çekmedi.
Sav, bu cümleyi
istifa etmiş Deniz
Baykal’ın dönmesine karşı
bayrak açıp, daha birkaç gün önce Baykal’a ‘Dön’ çağrısı yapan il başkanlarından
destek imzası topladığı 18
Mayıs günü
Elazığ İl Başkanı ile yaptığı bir diyaloğu aktarırken şöyle sarf etmiş:
* “Bak’ dedim, ‘Sen imza vermeden gittin. Hiç yadırgamıyorum. Siz 10 delegesiniz. Sen imza ya da oy vermesen de, 9 delegen takır takır Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verecek’.
‘Doğru abi’ dedi. ‘Ben bu illeri biliyorum’ dedim; ‘
İl başkanı ayrı, delege ayrı düşünüyor’. Ve odadan çıktı.
Siyasette söz, sesten daha hızlı gider. En geç yarım saat bile geçmeden Elazığ il sekreteri aradı. ‘İl başkanı gelip böyle böyle yapmış. Dokuz delegeyle birlikte imzalı desteği hemen fakslıyorum efendim’ dedi.”
Gölgelerin gücü adına
Öncelikle, hukuk kökenli Sav’ın, böylesine güçlü bir siyaset cümlesi kurarken, ses dalgasının havada saniyede 343 metre hızla yayılışı gibi bir fizik bilgisini kendisine dayanak yapmasının, dünyaya tek pencereden bakmadığını işareti olarak kayda geçmesi lazım; bu haslet her siyasetçide yok.
Sav’ın daha önce Türk siyasetinde etkili olmuş bir cümlesini daha hatırlıyor musunuz?
Ben hatırlıyorum. 1
Mart 2003 günü,
AK Parti hükümetinin
Irak tezkeresinin Meclis’te görüşüldüğü gün CHP adına eski
Dışişleri Bakanı
Deniz Baykal, ne de
emekli büyükelçi Onur Öymen yapmıştı. Kürsüye, Genel Sekreter Sav çıkmış ve AK Parti sıralarına dönerek “Amerika’dan korkmayın, Allah’tan korkun” demişti.
O söz AK Parti sıralarında gerçi ses hızıyla yayılmış, ama yıkıcı etki yapmış, tezkerenin geçmemesinde pay sahibi olmuştu.
Gazeteci Yaldız soruyor: Hitabetinizi çok kullanmıyorsunuz? Sav yanıtlıyor: “
Hayır, yerinde kullanırım.”
Peki o zaman bu mülakatın yeri nedir? Neden şimdi konuşmaya gerek duymuştur?
Ahmet İnsel, 8 Haziran’da Radikal’deki ‘CHP’de Genel Başkan Naibi’ yazısında hayretini gizlemeden edemiyor:
* “Bu tür mücadelelerde, kaybedenler başlarına geleni bu biçimde anlatır. Karşı tarafın yaptığı ayak oyunlarını,
komploları teşhir ederek, kaybetmelerinin nedenlerini onlara belden aşağı vurulmasına bağlamaya çalışırlar. Kazananlar ise, hele olay bu kadar yakın tarihte olmuşsa, susmayı tercih eder. Ayrıca siyasetçiler, siyaset sahnesinden çekilmedikçe, nasıl
kumpas kurduklarını, hangi hamleleri planlayıp uyguladıklarını açıkça söylemezler. Bunun bir sonraki mücadelede kendilerine karşı kullanılacak etkili bir
silah olduğunu bilirler. Sav, bütün bunları fütursuz biçimde yapıyor bu söyleşide.”
Öyle yapılmaz, böyle yapılır
Sav, bence bu mülakatı vererek CHP’de kimin borusunun öttüğünü dosta düşmana göstermek istedi.
Özellikle de iki kişiye: Deniz Baykal ve
Gürsel Tekin.
Sav, Baykal’a yıllarca örgütün bütün yükünü kendisine taşıttıktan sonra kendisinden, üstelik partiye uzun dönemli zarar verebilecek bir komplo ortadayken geri dönüşüne kayıtsız şartsız destek bekleyemeyeceğini söylemiş oldu. Ayrıca
Altan Öymen dönemine atfen, ‘Aynı suda iki kere yıkanılmayacağını’ hatırlattı.
Baykal’ın geri dönüş planı içinde olduğunu düşündüğü Gürsel Tekin’e de, bir mahalli seçimde yanında durdu diye Kılıçdaroğlu’nun ‘
kral yapıcısı’,
akıl hocası rolünü ona yedirmeyeceğini göstermiş oldu. Nitekim Tekin, Dedeman Oteli’nde sabaha karşı bir grup il başkanını toplayıp ‘alternatif MYK listesi’ hazırlamak istediğinde içlerindeki bir
İzmir delegesinin Genel Merkez’de Kılıçdaroğlu ile listeyi çoktan kesinleştirmiş olan Sav’a naklen yayın yaptığının farkında bile değildi.
Sav’ın tavrı, siyasette yıkıcı olabilecek ‘
kibir’ ile açıklanabilir. Ama bu yetersiz olur.
Sav sırlarını anlatırken, CHP’deki siyasi yapının bir kişinin tersine çevirebilmesine imkân verecek sığlıkta ve kırılganlıkta olduğunu sergiledi. Sözün, sesten hızlı yayılmasına izin veren, örgüttteki bu örgütsüzlüktü aslında.
Öte yandan Sav, bu sırlarını ifşa ederek kendisini yeni Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na karşı bir anlamda ‘şeffaflaştırmış’ oldu.
Bunun anlamı CHP yönetiminin daha şeffaf, demokratik bir döneme, CHP’nin de halkın ihtiyaçlarını daha çok
cevap vermeye ve geçmişe yanmaktan çok geleceği kurmaya dönük siyaset üretilebileceği bir döneme gidişi midir?
Sav teşkilat sırlarını Kılıçdaroğlu’na kamuya açık şekilde günah çıkararak ifşa ederken, dönüşüne engel olmayacağını, ama bir tür dengeleme unsuru olarak yer çalışacağını söylemiş olmuyor mu?
CHP’nin dönüşün odaklı inşası
Çünkü Kılıçdaroğlu işbaşına geldiğinden beri değişimin yanı sıra CHP’nin dönüşmesinin işaretini, halkın ‘bu da benim gibi birisi’ diye algılayabileceği bir lisan ve üslupla veriyor. Şöyle ki:
1- Seçildiği Kurultay’daki konuşmasında ağırlığı ideolojik (rejim,
laiklik) gibi konulara değil, siyasi (
ekonomik durum, hükümetin yanlışları) gibi konulara vermesi, Ecevit’in halkçı söylemine dönüş yapması,
2-
Türkiye-
Avrupa Birliği ilişkileri konusununu AB hedefi ve Batılılaşmanın asıl sahibinin CHP olduğu vurgusuyla yeni bir yola sevk edeceğini göstermesi,
3- CHP’nin siyaset dışı müdahaleler ve siyaset-asker ilişkileri üzerine duruşundaki değişikliği ilk günden itibaren en açık ifadelerle vurgulaması,
4- İşbaşına geldiğinden bu yana her fırsatta Türkiye’nin değişik yerlerinde halkın önüne çıkması, yeniden televizyon ekranı odaklı değil, meydan ve bire bir temas odaklı siyasete dönüş yapması.
Öyle anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu, CHP’nin bu siyaset dönüşümünü taşıyabilecek şekilde yeniden inşa edilmesi için Sav ile yakın çalışma içinde. Belki bu, CHP için de Türk siyaseti için de
modern anlamda parti teşkilatlarına geçiş fırsatı olacaktır. Türkiye’de siyasetin evrimi açısından da ilginç bir örnek oluşturacak bu süreç.