Bu
seçim döneminin ilk sert polemiği böyle çıktı. Bahçeli, Erdoğan'a, 'Bozkurtlarımı çakallarınla karıştırma' ihtarında bulunuyor.
Yetinmiyor; Erdoğan'ın çevresindekileri de 'insan suretindeki ahlâksızlar' ve 'esfel-i safilîn' olarak niteliyor. Taksim'de AK Partili on bin kişiyle, bin kişilik bir MHP'li grubu karşı karşıya getirme ve kimin üstün geleceğine dair bir efelenme tartışması.
Halk tabiriyle dayılanma.
Miting meydanlarında nedense böyle bir üslûp kestirmeden öne geçerek
egemen oluyor. Hâlbuki partilerin seçim beyannamelerinde, her biri mercek altına yatırılmayı ve irdelenmeyi bekleyen tonlarca proje var. Tam da
politika, yapıcı bir mecraya evriliyor umuduna kapılmışken. Yine de bu polemiklere siyasetin tuzu-biberi olarak bakmalıyız. Çünkü gerçek çakallar hemen yanı başımızda,
Suriye'de iş başındalar. Suriye, artık
Türkiye'nin bir parçası. Hem tasa duymamız; hem de yaptıklarına bakıp bakıp halimize şükretmemiz lâzım.
Suriye'de çakallar adam öldürüyor. Sonra ailelerine gidip, imzalı taahhütname alıp suçu çetelerin sırtına yüklüyorlar. Keskin nişancılar cenazelerde seçerek adam vuruyorlar. İki günde bu şekilde 112 kişi öldürüldü. Akşamları da
sivil kıyafetlerle evleri basıp yüzlerce kişiyi gözaltına alıyorlar. Durumu anlatabilmek için, devlet denen varlığı veya asgarî bir siyasî düzeni bir kenara bırakıp sadece çakalların egemen olduğu bir vahşeti düşünmemiz lâzım. Kimsenin hayatı emniyette değil. Kimsenin hakkını arayacağı bir yer yok. Her şey tesadüflere bağlı.
Suriye'de % 15'lik Nusayrî azınlığın diktası egemen. Gizli polis teşkilatı El Muharebat aracılığıyla geriye kalan % 85
baskı, korkutma ve şiddet yöntemleriyle tam 42 yıldır yönetiliyor. Bugün
halk, barışçı yöntemlerle bu zorba düzeni sona erdirmeye çalışıyor. Karşılığı, acımasızca kan dökmek oluyor. Tıpkı 1982'de olduğu gibi. 1982 yılında, benzer
ayaklanma Hafız Esad tarafından on binlerce insan katledilerek bastırılmıştı.
Hama kenti kuşatılmış ve şehir günlerce süren top ateşiyle yerle bir edilmişti. Birkaç ay önce Hama'dan geçerken bu vahşetin hâlâ duran izlerine
tanık olmuştum. O gün Soğuk
Savaş devam ediyordu. Bugün Beşşar Esad'ın aynı sonucu alması imkânsız. Suriye halkı eninde sonunda meşru haklarına kavuşacak.
Şiddet ve baskı ile yönetmek, ancak özel şartlarda mümkün. Halkının neredeyse tamamını karşısına alıp kanını döken, kan deryasının etrafında bir
öfke sarmalı oluşturan bir
yönetim nasıl ayakta kalır? Türkiye, aktif ve sorumlu davranıyor. Bir yandan Suriye halkına
sabır ve sükûnet telkin ediyor, öbür taraftan yönetime orantısız güç kullanmamak, reform yapmak gibi
tatlı-sert telkinlerde bulunuyor. Suriye artık bizim arka bahçemiz değil; evimizin içi.
Yönetme hakkının halkta olması, basit bir ahlakî prensip değil. Çakalları inlerine tıkıp, vahşice kan dökmelerinin önüne geçmek başka türlü mümkün değil. Suriye eninde sonunda tıpkı Türkiye gibi, yüksek
demokrasi standartlarına sahip olacak. O zaman çakallar da, çakallık da kalmayacak.
Demokratik düzenimizde olup bitenler işte bu yüzden sadece bizi değil, gözünü bize çevirmiş komşu halkları da ilgilendiriyor. Derme çatma barakalardan müteşekkil sefil bir şehrin tam göbeğine, sağlam ve göz kamaştırıcı bir bina inşa edince her şey değişiyor. Barakalar sallanıyor ve
teker teker yıkılıyor. Türkiye'nin peşine takıp sürüklediği yeni bir inşa ve imar faaliyeti tarihi dönüştürüyor. Türk müteahhitlik sektörünün bu kadar başarılı olması tesadüf değil.
Bizi güçlü kılan yapı, her işimizde aradığımız demokratik meşruiyet. Suriye'de insanlar katledilirken, bizler bu meşruiyeti dört başı mamur şekilde yenilemekle, yani seçimle meşgulüz. Kırıcı polemikleri bir kenara bırakıp, verimli bir rekabete yönelmeliyiz. Bizim çakallarımız, dört yıldır ortalarda yok. Dört yılda Türkiye o kadar çok ilerledi ki!