Mektup diplomasisinden önce
Sabahat Akkiraz polemiği,
Başbakan'ın Deniz
Baykal'ın kalesine attığı zarafet yüklü bir golün hikâyesi.
AK Parti Kongresi'nde Tayyip Erdoğan'ın saydığı 14 isimden biri Sabahat Akkiraz'dı. Büyük isabetle seçilmiş bir isim. Alevî türküleri olmadan bu toprakların kültürü çok yavan, tatsız-tuzsuz bir şey olur.
Sabahat Akkiraz'ınkiler ise, yokluğuna dayanılmayacak kadar vazgeçilmez sayılmalı. Başbakan sembol isimler üzerinden bir
Türkiye uzlaşması formüle ediyor. Sanatçının marifeti iltifata tabi. Sabahat Akkiraz ise bu iltifattan duyduğu memnuniyeti Baykal'a yönelik bir serzenişle ifade ediyor: ''Başbakan ile değil Baykal ile aynı görüşteyiz ama o ismimden bahsetmez.'' Baykal mecbur kalıyor, sanatçıyı telefonla arıyor "ihmale yönelik kırgınlığınız varsa telafi etmeye hazırız" muhabbeti yapıyor. Sonra konuşmasını gazetecilere aktarıyor: "Bir gün öncesinde yoldaydık, Sabahat Akkiraz'ı kendi aramızda konuştuk. Adını anmamak söz konusu değil. Her ortamda, her vesileyle büyük zevkle konuşurum."
Başbakan 14 isim üzerinden farklılıkları bir arada saygı içinde yaşatacak bir uzlaşmanın peşinde. Baykal, bu isimlerden biri ile sınırlı "daha şimdi senden bahsediyorduk" muhabbeti ile bu uzlaşma çağrısına karşılık veriyor. Birinin
iktidar sorumluluğu, diğerinin muhalefet özgürlüğü değil burada söz konusu olan. Vıcık vıcık insanı rahatsız eden başka bir şey var.
Bediüzzaman Said Nursî, bir din önderi olmanın çok ötesinde tek başına bu toprağın kimyasının önemli elementlerinden biridir. O olmasaydı, Tek Parti döneminin kaba-saba modernleşme hamleleri
toplumu zıvanadan çıkartabilirdi. Bugünün toplum mimarisindeki sağlamlığı fark edenlerin müracaat edeceği otoritelerin başında o gelmeli. Başbakan'ın saydığı 14 isimden biri Bediüzzaman'dı. Baykal'a sormak lazım. Türkiye'de milyonların saygı duyduğu ve kendini borçlu hissettiği bu büyük isim hakkında ne diyebilir? Bu soruyu sorduğunuz anda Baykal ikinci golü yemiş olacaktır.
CHP mi, MHP mi? Açılım konusunda CHP'yi daha yumuşak bulanların yanıldığını düşünüyorum. CHP'nin yumuşaklığı vıcık vıcık bir yumuşaklık. Elinizi attığınız anda her tarafa bulaşıyor. CHP içsel bir dinamikle hareket etmiyor. Baykal'ın şahsında sağdan soldan gelen etkilere, tepkilere göre tavır alıyor. MHP'nin katı ve tavizsiz tavrı ise tam tersine anlaşılabilir, hatta müzakere edilebilir bir tutum. MHP vurgulu biçimde endişelerini sıralıyor. Bu endişelerin yersiz olduğunu kanıtlayabilirseniz, MHP ile müzakere yürütebilirsiniz.
Kürt sorunu, ağırlıklı olarak
Kürtçe, yani bir dil sorunu. MHP de
açılım sürecinde "İkinci Dil"e
itiraz ediyor. Geçen haftaki grup konuşmasında MHP lideri açılıma karşı en temel itiraz noktasını şöyle formüle etti: "İkinci veya başka dillerin eğitime sokulduğu bir süreçte, bu dille birlikte kimlik geliştirecek olanlarla "tek millet" nasıl sağlanacaktır? İkinci bir dilin resmiyet kazanacağı bu sürecin sonunda "tek devlet" yapısı nasıl korunacaktır?" "Tek millet"i savunan Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın bu itiraza verecek
cevapları var mı? Elbette var.
Köpürtülen ayrıntıları bir kenara bırakırsak meselenin düğümü MHP'nin bu itirazında saklı. MHP'yi ikna etmek mümkün mü? Mümkün. Argümanı da basit: Dili, dolayısıyla kimliği
yasakladığınız zaman "tek millet"i yaşatamazsınız. Bu cevap, tecrübe ile
test edilebilir.
Ulus devletlerin toplumu homojenleştirmek için giriştikleri çabalar ve özellikle getirdikleri yasaklar duruma göre asimilasyonla veya disimilasyonla sonuçlanabilir. Disimilasyon ayrışma anlamına geliyor. Sevimsiz bir anlamı olan asimilasyonun tam karşılığı "temessül". Yani farklı olanı "temsil" ederek özümsüyorsunuz. MHP'nin cevabını arayacağı soru şu: Kürtçeye getirilen yasak etnik kimliği sivriltiyor mu, törpülüyor mu? Dil ile kimlik arasındaki ilişki MHP liderinin önerdiği gibi mi? Neredeyse sadece Kürtçe yasağının yol açtığı bir ayrışma yaşamıyor muyuz?