ABD'de rövanş endişesi var.
Amerikan Özel Kuvvetleri tarafından önceki gün öldürülen Bin Ladin'in organize ettiği ve tarihe '9/11' olarak geçen
ikiz kuleler saldırısı örneği, bu endişenin somut kaynağı.
Küçük, organize ve ileri teknoloji kullanabilen bir
terör örgütü büyük zararlar verebilir. Tam on yıl önce '9/11'de 3 bin ABD vatandaşı hayatını kaybetti. Dünyanın tek hegemonik gücü ABD, kendi evinde ve üstelik gücünün sembollerine yönelik bir saldırı ile karşılaştı. Şimdi, Bin Ladin'in örgütü
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide, liderlerinin öldürülmesine misilleme olarak kitlesel ölümlere yol açacak benzer bir saldırıyı gerçekleştirebilir mi? Küçük çaplı bir nükleer veya biyolojik-kimyasal
silah sivil halkı
hedef alabilir mi? Bu sorunun ve bu soruda yer alan endişenin ifadesi, Obama'nın bu tarihî
operasyon sonrasında yaptığı açıklamada yer alıyor. Obama, 'bizim mücadelemiz İslâm'a karşı değil, teröre karşı' vurgusunu özenle yapıyor. Mesaj, İslâm dünyasını hedef alıyor. Aslında, Batı dünyasında
İslamiyet ile terör arasında kurulan ilişkiyi yansıtıyor. Bize ise İslâmiyet'i ve İslâm toplumlarını müdafaa etmek düşüyor.
El Kaide terörünün İslâmiyet'le bir ilişkisi yok. İslâm inancı şiddeti yüceltmiyor ve
teşvik etmiyor. Bu vakıanın, dünya ölçeğinde en sağlam delili biziz.
Araştırmalar İslâm toplumları arasında en
dindar olanların Türkler olduğunu gösteriyor.
İran toplumu ile Türk toplumunu yan yana getirip karşılaştırdığınız zaman, dindarlık standartlarına göre üstünlük bizde. Bir cuma vakti, nüfusa oranla camileri dolduran insanları mukayese ederek bir sonuca ulaşabilirsiniz. Üstelik biz Türklerin şiddetle alışverişi çok daha kuvvetli. Kutsal bildiği değerler uğruna
tatlı canını feda etmek gerektiğinde hiç kimse bizimle yarışamaz. Peki o zaman neden Türklerden
terörist çıkmıyor?
Her ne sebeple olursa olsun, çoluk-çocuk dâhil masum insanların öldürülmesini bir
Müslüman kendi vicdanında hangi
inanç umdesi ile meşrulaştırabilir? O zaman İslâmiyet ile terör arasında kurulan ilişkiyi tersyüz edip, bu ilişkiyi İslâm toplumlarının içinde bulunduğu şartlarla
terör örgütleri arasında kurmamız ve bu ilişki üzerinden geleceği kurgulamamız lâzım. Terör İslâm inancının değil, İslâm ülkelerinde dikta yönetimlerinin uyguladığı baskılarının sonucu. Kendi halkını, birkaç kişinin keyfi idaresi altında
demir bir cenderenin içine öğüten despotik rejimler terör üretiyor. Bu despotların,
Avrupa ve özellikle ABD desteği ile varlığını sürdürdüğü inancı,
öfkenin yönünü Batı'ya döndürüyor.
Terörün panzehiri
demokrasi ve
özgürlükler.
Türkiye, bu durumun en somut kanıtı. Muhafazakâr bir hükümetin idaresi altında Türkiye hem halkına özgürlük ve barış veriyor, hem de Batı ile eşit ve onurlu ilişkiler yürütüyor. Sonuç: Sadece terör bataklığı kurumuyor; aynı zamanda Türkiye, İslâm toplumları için umut dolu bir
model oluşturuyor. Türkiye, oluşturduğu bu model ile İslâm toplumlarındaki öfkenin şiddet yerine barışçı yöntemlere yapıcı bir enerjiye dönüşmesine katkı sağlıyor.
Usame bin Ladin'in öldürülmesi ile Arap Baharı'nın çakışması, çarpıcı bir tesadüf. El Kaide'nin yegane alternatifi, demokrasi için ayaklanan Müslüman halklar. Bu toplumlardaki öfke ve şiddet eğilimleri ancak demokrasi ve insanca bir hukuk düzeni ile barışa kanalize edilebilir. Türkiye modeli, bu çerçevede içinde büyük zenginlikler barındırıyor.
ABD en değerli şeyini, düşmanını kaybetti; hem de kendi elleriyle. El Kaide'ye karşı açılan savaştaki bu kritik muharebeyi, dev ordunun değil küçücük bir birliğin kazanması da gelecek için bir ipucu niteliğinde. Artık dünya üzerindeki devasa askerî gücünün anlamı ve maliyeti daha fazla sorgulanacak. 9/11'den bugüne on yıl içinde ABD gücünün zirvesine çıktı. Artık gerileyecek. ABD'nin güvenliğini ordusu değil, başkalarının demokrasisi ve özgürlükleri konusunda inandırıcı duruşu sağlayacak.
Bin Ladin'in ABD Özel Kuvvetleri'nce öldürülmesi bir dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı için bir fırsat olabilir. Silahların egemenliği yerine;
akıl, vicdan ve ahlâk üzerinde yükselen bir dünyanın.