Başbakan'ın ağzına sağlık. Sadece kahir ekseriyetin değil, bir miktar
estetik kaygusu olanların da duygularına tercüman oldu.
Heykel gerçekten bir ucube. Eski Sovyet coğrafyasını gezenler bu tür
heykellerden bol miktarda görebilirler. Bulgaristan'dan Orta Asya'ya görebildiklerim için hep aynı şeyi düşünmüştüm: 'Galiba koyacak yer bulamadıkları için bu dev ucubeleri kaldıramamışlar.' Hepsi
Kars'taki benzeri gibi devasa ölçülerde. Sovyet sanatının keskin hatlı,
işçi sınıfının kol gücüne atfen bedeni aşırı güçlü ve iri gösteren ve dev ölçekli heykellerdir bunlar. Kafalar da nedense hep
küçüktür. Ve buna Sovyet sanatı denir.
'
Ucube' kelimesi, 'aşırı derecede acayip' anlamına geliyor. Heykelin kendisi gerçekten ucube. Ancak Başbakan'ın itirazı sadece heykelin görünüşüne değil. Heykelin durduğu yer ucubeyi daha da acayip hale getiriyor.
Tarihî bir eserin yanına, Kars kalesinin dibine, onunla
rekabet eder gibi devasa ölçülerde
modern bir sanat eseri koyarsanız bunun tek anlamı vardır: Geçmişinizi küçük görmek veya aşağılamak.
Kültür ve geleneğimizin bizi heykel sanatına uzak tuttuğu doğru. Ama bu uzaklık, ülkemizin değişik yerlerine serpiştirilmiş heykellerdeki estetik yoksunluğunun mazereti olamaz.
Atatürk heykellerinin ve büstlerinin çoğu estetikten yoksun. Atatürk'ü koruma kanununu işleterek bu heykellerden davacı olmak lâzım. Heykel Atatürk'e ait olunca kimse söz söyleyemiyor. Ya estetik? Kahire'de, piramitlere bekçilik eden meşhur
aslan bedenli, insan başlı Sfenks'in adı
halk arasında 'Korku'nun babası' olarak geçiyor. Atatürk heykellerinin çoğu, sanki halkı askerî
disiplin altına almak için bir korku abidesi olarak yontulmuş. Mesela şu kalın kaşlı Atatürk büstleri. Aşırı derecede acayip değil mi? Ya kondukları yerler.
Kastamonu Vilayet binasının olağanüstü bir estetiği var. Ya hemen dibinde, aşağıda duran heykeller?
Gelelim sanatın bir başka boyutuna. '
Muhteşem Yüzyıl' dizisi, büyük bir
tartışma başlattı. Tartışmanın aslında gerçek olan tek sebebi gördüğü ilgi. RTÜK'ün 'toplumun maddi ve manevi değerlerine aykırılık' gerekçesi ile yaptığı uyarı da aşırı derecede acayip. 'Tarihe malolmuş bir şahsiyetin mahremiyetine saygı gösterilmediği' için ayrıca Kanal'dan bir de özür isteniyor. Ölçülerin birbirine karıştığı ve şaştığı bir durumla karşı karşıyayız. RTÜK'ün yaptığı düpedüz
sansür. 'Tarihe mal olmuş bir şahsiyetin mahremiyetini korumak' adına sansür yapılamaz. Bir kere adı üzerinde tarihî şahsiyetler topluma mal oldukları için mahremiyetleri olmaz. Çelişkiyi şu şekilde ifade edebiliriz. Kanuni Sultan Süleyman'ın mahremiyeti ile ilgili, dizidekinden fersah fersah ilerde bilgiler ve iddialar içeren kitaplar var. Bu kitapları yasaklayabilir misiniz? Peki o zaman?..
RTÜK'ün ana akıma uyarak yetkisinin dışına çıktığı anlaşılıyor. Kanuni'nin hayatının bir diziye konu edilmesi, birçoğumuz için tabulara dokunmak anlamına geliyor. Tabu, adı üzerinde tabudur. Elbette dokunulacak. Başka türlü tarihle yüzleşmek mümkün olmaz. Tarihe dair gerçeklik duygusu, bu tabular aşılmadan gelişmez. Bu dizinin asıl eleştirilecek yönü -tarihe aleni bir
hakaret içermediği takdirde- estetik boyutu olmalı. Fatih Sultan Mehmet'i, sütçü beygirlerinin üzerinde, iğreti kostümlerle elektrik direkleri arasında İstanbul'un fethine gönderen
Yeşilçam düzeyini hatırlayalım. Bu dizinin sanat kalitesi yüksek. Üstelik
Erhan Afyoncu gibi, kolay kolay kül yutmayacak bir tarihçinin dirayeti de devrede.
Dizi estetik olarak başarılı. Senaryo sürükleyici biçimde kurgulanmış. O zaman bırakalım tarih gündelik hayatımızın bir parçası haline gelsin.
Osmanlı barışını yeniden tesis etmeye çalışan bir neslin, esaslı bir tarih kültürüne ihtiyacı var. Aşk hikâyeleri üzerinden çok mesel anlatılır.
Türkiye değişti, değişiyor. Kars'taki heykel de, televizyondaki dizi de geçmişte
laiklik ekseninde tartışılırdı. Toplumun tarihi konusundaki hassasiyetinin de, Sovyet tarzı sevimsiz heykeller hakkındaki kanaatinin de çoğulcu bir toplumun işaretleri olduğunu fark etmeliyiz. Bu fazla acayip olan şeyleri üretebilmek ve sonucunda bu tartışmaları sürdürebilmek de başarı değil mi?