2010: Tarihin hüküm yılı


Asırlık çınarın dalları arasından kopan bir tohum, yüzlercesiyle birlikte yere düşer. Talih sadece birinin yüzüne güler; uygun toprağı ve vasatı bulur. Filizlenir. Yıllarca soğuğa direnir, sıcağa dayanır. Bir gün karşınıza güçlü kuvvetli bir ağaç olarak çıkar. Dağın tepesinde bekleyen bir kaya kütlesinin altındaki zemin zayıflar. Bir gün gelen yağmurla birlikte yüzlerce yıl orada duran o kaya yerinden oynar; bir yandan yuvarlanır, bir yandan parçalara ayrılır, önüne çıkanı ezer, yıkar. Tarih nesiller boyu bir ırmak misali akar. Zaman zaman yatak daralır, akış hızlanır. Zaman zaman sakin, zahmetsiz akar durur. Gün gelir akışa engel olan ne varsa önüne katar, sürükler. Tarihin hükmünü verdiği zaman gelir çatar. 2010 yılı, bizden önce gelen birkaç neslin belki de çaresiz seyrettiği uzun bir tarihin hüküm yılı. Bizler bu hükmün hem tanığı, hem de hakimi olacağız. Ellerimizde, gözlerimizin önünde şekillenen tarihin hükmünü icra edeceğiz. Tarihin "açılım"ı 1789'da Paris'te başlayan dünya tarihinin yeni çağından bizim hissemize, dağılan ve küçülen bir imparatorluk düştü. 5-6 nesil önceki atalarımız, ırmağı tersine akıtmak için olağanüstü bir çaba harcadılar. Sonu gelen imparatorluğu bir asır daha yaşatmaya muvaffak oldular. Sonra küllerine gözyaşlarını karıştırıp, Anka Kuşu misali yeni bir ülke inşa ettiler. Tıpkı bir mucize gibi. İliklerimize işlemiş korkuyu hatırlayalım. Bilhassa, "ya bu toprakları da kaybedersek" endişesiyle en ön safta yer alan Çerkeslerin, Rumeli muhacirlerinin korkusunu. Sahip olduğumuz her şeyi kaybetme korkusunu. Dünyada hangi ülkenin "korkma" diye başlayan bir millî marşı vardır? Korkulardan kurtulmanın yolu devleti yaşatacak milleti yaratmaktı. Bu millet, milletler çağına uygun tek millet olacaktı. Bu korku ile millet yaratmaya girişenler Kürtlere haksızlık ettiler. Onları "başka bir millet" haline getireceğini düşündükleri anadillerini ve kimliklerini yok saydılar ve yok etmeye giriştiler. Bugün Kürtlerin anadilleriyle ve kimlikleriyle içinde yer alacakları onurlu ve eşit bireylerden oluşan bir milletin rızasını ve bu rızaya dayanan devleti arıyoruz. Kader denk pervanesinin umuttan yana ağırlığını koyduğu bir andayız. 2010 yılında, belki de 210 yıldır süren tarihi değiştireceğiz. Hüküm bize ait olacak. Vereceğimiz hükmü yine biz icra edeceğiz. 210 yıldır alıştıklarının, ezberlediklerinin dışında bir dünyayı hâyâl edemeyenler, 2010 yılında sadece tanıklıkla yetinsinler. Gözümüzü başka yerlere değil kendi içimize, yüreğimize çevirdiğimiz zaman tarihin hükmü, başkalarının değil bizim eserimiz olacak. Silahlı vesayetten medenî topluma 1699 yılından beri, küçülmeyi önlemenin çaresi daha güçlü bir orduya sahip olmaktı. Daha güçlü ordu daha fazla para demekti. Dişimizden tırnağımızdan artırmadık; dişimizi tırnağımızı söküp ordumuza verdik. 1808'den 1821'e kadar süren Yeniçeri Ocağı'nın fesadı olmasaydı, 1815'te Avrupa Uyumu içinde yer alabilir ve ülkemizi koruyabilirdik. 1876'da Hüseyin Avni Paşa emeline ulaşmasaydı, 93 Harbi rezaleti ile karşılaşmayabilirdik. 1908'de komitacılar ellerindeki silahlarla devlet yönetimini ellerine geçirmeseydi Balkanlar'ı kaybetmeyebilirdik. Cihan Harbi'ni daha avantajlı şartlarda karşılayabilirdik. 27 Mayıs'ta bir çete devlet yönetimini ele geçirmeseydi 1960'larda, 1970'lerde yaşadığımız toplumsal travmayı kısa zamanda atlatabilirdik. 12 Eylül Cuntası'nın kıt akılla verdiği kararlar ve icraatlar olmasaydı, PKK terörüne 25 yılımızı heba etmeyebilirdik. Son iki asırlık tarihimizde ne çektiysek, ne kaybettiysek ülkeyi koruma amacıyla eline silah verdiklerimizin çete düzeni kurup devleti ele geçirmeye kalkmaları yüzünden. Adalet düzeni içinde yüzyılların birikimine, birlikte yaşama kültürüne sahip asil bir toplum, silahlı zorbalık yüzünden medenî dünyanın gerisinde kaldı. Medeniyet safında ilerlememiz, aklı rehber edinmemiz dolayısıyla bilimi ve teknolojisi ile ileri bir ülke haline gelmemiz bu silahlı vesayetin çorak toprağında mümkün olmadı. 1960 yılından beri askerî dikta yönetimlerine, yani silahın üstünlüğüne mazeret üretmeyi vazife bilen üniversitelerle bir toplum ilerleyebilir mi? 2009 yılı, Ergenekon soruşturmasının, yani ordu içindeki komitacı geleneğin şiddetli sarsıntıları ile geçti. 2009'da umut ettik, 2010'da tarih artık geri dönülmez bir yolda hükmünü vermeye hazırlanıyor. Şanlı-şerefli bir ordunun parlak geçmişinin arkasına saklanarak, elindeki silahı halkına çeviren, fitne-fesat ve cinayet peşinde koşan komitacıları, tarihin tozlu sayfalarına havale edeceğiz. Orduyu bu Yeniçeri artıklarından temizlemek, böylece itibarını iade etmek hepimizin görevi değil mi? Birbirine saygılı, huzurlu ve enerjisini ilerlemeye teksif etmiş bir milletin önünde kim durabilir? Silahlı vesayetin gölgesinden çıktığı için, aklını özgürce kullanabilen, medenî ölçülerde hareket edebilen bir toplumun ilerlemesini kim engelleyebilir? Yaklaşık iki asırlık bir tarihin 4-5 neslin hikâyesinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. 2010 yılı, "tasada ve kıvançta bir", birlikte ortak bir geleceğe bakan bir milletin iradesini hakim kılacağı yıl olacak. Aynı şekilde bu yıl, silahlı zorbalığın sona erdiği, bu güzel ülkenin kan kusan çetelerden ebediyen kurtulduğu, herkesin kendinden ve geleceğinden emin bir şekilde işinde gücünde olduğu medenî bir hayatın başlangıç tarihi olacak. Bu hüküm benim değil, iki asırlık tarihin hükmü. Aksini düşünenlerin, korkularından ve bu korkuyu besleyen alışkanlıklarından sıyrılıp geleceğe makûl ölçülerde bakmaları lâzım. Başka türlü bir gelecek mümkün mü?
<< Önceki Haber 2010: Tarihin hüküm yılı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER