Her çözüm arayışında karşımıza
duvar gibi dikilen hoşgörüsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün kaynağı ne?
Kültürümüz böyle bir kültür değil.
Bidayetinden beri bu topraklarda hep farklı kültürler, diller ve dinler bir arada yaşamış. Bu
doğal yapı bir hayat biçimi olarak farklı olana saygıyı, hoşgörüyü getirmiş. Bir arada yaşamak bir zenginliğe dönüşmüş. Üç nesilde unutulması imkânsız bir kültür. Hakikaten biz bu tahammülsüzlüğü nereden edindik, nasıl öğrendik?
Akdamar Kilisesi'nde Ermeniler
ayin yapınca biz ne kaybederiz, ne kazanırız?
Sümela Manastırı din turizmi ile renklenince neyimiz eksilir? Bu ayinlere gösterilen tepki ve düşmanlık hangi kültürün içinde biçimlendi? Biz bu düşmanca duyguları nereden aldık?
Aldığımız yer belli: Cumhuriyetin temellerine koyduğumuz harcın içine umutlarımızla birlikte karıştırdığımız korkulardan geliyor.
Sümela Manastırı'nda ayin yapan Rum'un aklında Pontus devleti yeniden canlanır.
Akdamar Kilisesi, Ermenilerin yeniden 'Büyük
Ermenistan' hayalinin sembolüne dönüşür. Heybeliada
Ruhban Okulu açılırsa
İstanbul Ortodoks dininin ekümenik merkezi haline gelir. Sonra dört yanımızdaki düşmanlar elbirliği ile 'menfur emelleri'ni gerçekleştirmeye koyulur. Ülkemiz bölünür, parçalanır ve hepimiz kurda kuşa yem oluruz.
Paranoyaya dönüşen bu korkularla yüzleşmek ve ne kadar saçma olduklarını kavramak zorundayız. Bizim en büyük düşmanımız korkularımız. Yıllar boyu halkı
yönetimin uzağında tutmaya çalışanlar bizi bu korkuların esiri kılıp elimizi-kolumuzu bağladılar. Bizi kolayca yönettiler ama bu ülkeyi de
küçük kalmaya mahkûm ettiler.
Çare, ezberlenmiş halde sayıklar gibi tekrarladığımız korkularımızla
teker teker yüzleşmek. Üzerinde düşünmek, ne işe yaradıklarını, neye
hizmet ettiklerini sorgulamak.
Üniter-ulus devlet
tercihi,
Türkiye için doğru bir tercih. Ancak üniter devlet merkeziyetçi devlet anlamına gelmiyor. Üniter devleti hantal ve kasıntı bir merkezîyetçi devlete dönüştürünce sadece küçük bir asker-
sivil bürokrat zümreyi memnun edersiniz. Kaynakları verimli kullanan, vatandaş memnuniyetini esas alan yerinden yönetim prensibi üniter yapının sürdürülmesine merkeziyetçi yönetimden daha fazla hizmet eder.
Her üniter devletin resmî dilinin olması doğal. Resmî dil hem toplumsal hayatın akışını hızlandırır hem de
ekonomik verimliliği sağlar. Peki üniter yapıyı korumak için resmî dil dışındaki dillere nasıl davranmak gerekir. Bu sorunun insanî cevabı, mantıklı olanı da gösteriyor. Farklı dilleri alabildiğine serbest bırakır ve
teşvik ederseniz üniter yapının koruduğu prensipler saygı görmeye başlar. Yasaklarsanız, üniter yapı
tehlike altına girer. Türkiye'nin 26 yıldır içinde yaşadığı terörün aslında tek itici gücü
Kürtçe yasağı değil mi?
'
Kürtçe eğitim' meselesine farklı bir pencereden bakmayı denemeliyiz. Anadillerinde eğitim hakkı, Kürt vatandaşlarımızın en doğal hakkı. Bu hakkı yasaklar ve
tartışma konusu haline getirirseniz bu hak bir siyasî soruna dönüşür. Üniter yapıyı koruyacak olan güç anadilde eğitimi yasaklamak değil, resmî dilin kullanımını teşvik etmektir. Özellikle ekonomik entegrasyon, resmî dilin istimalini cazip hale getiriyor. Kürt vatandaşlarımızı bu ülkeye bağlayacak birbirini tamamlayan iki şey: Anadilinde eğitim yapma hakkına sahip olduğunu bilmek ve
Türkçeyi öğrenmenin işlevselliğini idrak etmek. Türkçe eğitim veren bir okula yakın
Kürtçe eğitim veren bir okulun mevcudiyetini bilen bir Kürt babanın çocuğunu hangi okula göndereceğine karar verirken başvuracağı ölçüyü, üniter devletin entegrasyon kapasitesi belirleyecektir. Asimilasyonla entegrasyon arasındaki fark da işte budur.
Kürtçe eğitim hakkı, doğrudan Türkçe öğrenmeyi cazip hale getiren bir uygulamaya dönüşebilir. Kürt vatandaşların meselesi Kürtçe eğitim veren bir kuruma sahip olmak; çocuklarına Kürtçe eğitim verdirmek değil. İkisi arasındaki farkı ise ancak korkularımızı aştığımız zaman fark edebiliriz.