Lizbon Zirvesi öncesinde
Türkiye ‘
füze kalkanı’ meselesine kilitlendiği için bütün NATO toplantısı bu açıdan görüldü.
Strateji belgesinin sadece bir kaç cümlesine odaklanıldı. Değerlendirmeler büyük ölçüde
İran’ın adı geçiyor mu geçmiyor mu üstünden yapıldı. Türkiye’nin başarılı olup olmadığı tartışıldı. Bir de Cumhurbaşkanı Gül ile
Sarkozy arasındaki diyaloga atıfta bulunuldu.
Oysa Lizbon Zirvesi Türkiye açısından çok daha fazla anlam ifade etmekteydi. Çoğumuz farkında
olmasak da bu zirvede üyesi olduğumuz
ittifak bizim de desteğimiz ve katkımızla yeni bir stratejik konsept benimsedi. Genişlemesi ve
işbirliği yapılacak alanlar konusunda yeni şeyler söylendi. Hepsinden önemlisi de
Rusya ile olan ilişkilerin normalleşmesi yolunda ciddi adımlar atıldı.
Tüm bunları görmeden Lizbon Zirvesi’nin ve Türk diplomasisinin başarısını tartışmak çok anlamlı değil. Türkiye’nin bazı taleplerinin kabul edildiği, İran ya da başka bir
ülkeye, benimsenen belgede atıf yapılmadığı gerçek. Ayrıca Strateji Belgesi’nde AB-NATO işbirliği ile Türkiye’nin AB’den güvenlik alanındaki beklentileri arasında bir bağlantı kurulduğu da doğru.
Ancak, bunların hiç biri Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını ilgilendiren şeyler değil. Türkiye AB-NATO işbirliğinin derinleşmesine ve kurumsallaşmasına kendisi AB’den gelebilecek muhtemel bir tehditten korktuğu ya da BAB içinde sahip olduğu haklara AB’nin güvenlik mekanizmalarında sahip olmadığı için değil,
Kıbrıs konusunda kendisine acı çektiren AB’ye
ders vermek için engel oluyor.
***
AB-NATO güvenlik işbirliğinin derinleşmesi Türkiye’nin güvenliğini etkilemez. Benzer şekilde kurulması düşünülen anti-
balistik füze sisteminin hedefi olarak İran’ın gösterilmesi de Türkiye’nin bu ülke ile olan çıkarlarını zedelemez. Eğer nükleer yetenek konusunda ısrarlı olursa, İran için önemli olan bu sistemin kuruluyor olmasıdır.
Kaldı ki hiç bir
savunma sistemi belli bir ülkenin adı telaffuz edilerek kurulmaz. Kurulursa bu ülke tehdit olarak devre dışı kaldığında sistemin sökülmesi gerekir. Üstelik de bu sistem Türkiye’yi ve müttefiklerini koruyacaktır. Türkiye’nin böyle bir sisteme İran ya da başka bir ülke kızar diye itirazının olması zaten beklenemez. Türkiye İran’ın ne diyeceğinden çok kendi güvenliğini düşünmek zorundadır.
Türkiye açısından Zirve’nin gerçek başarısı Rusya ile NATO’nun barışmasına vesile olmasıdır. Rusya’nın kurulacak anti-balistik sisteme dahil olacak olması Türkiye üstüne binebilecek muhtemel yükün hafiflemesini sağlamıştır. NATO, denkleme Moskova’yı dahil ederek bu sistemin Rusya’ya karşı kurulmayacağı mesajını vermiştir. Bundan sonra Türkiye savunma sisteminin siyasi sonuçlarından çok
teknik yönlerine odaklanabilecektir.
Asıl önemlisi Türkiye, NATO-Rusya Konseyi’nde varılan mutabakat neticesinde üyesi olduğu ittifak ile komşusu ve ticari ortağı
Rusya Federasyonu arasında sıkışmak külfetinden şimdilik de olsa kurtulmuştur.
Afganistan krizi,
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide baskısı,
Amerika’nın bir an önce asker çekme arzusu ve Rusya’nın Kafkaslarda elde ettiklerini konsolide etme istediği iki tarafın yakınlaşmasına neden olmuştur.
***
Eğer Amerika, imzaladığı ama askeri endüstrisine yakın senatörlerinin engellemeleri yüzünden gerekli onay işlemlerini tamamlayamadığı,
START antlaşması sorununu çözecek olursa, hem dünyanın biraz daha güvenli bir yer olması, hem de silahsızlanma sürecinin (AKKA da dahil) devam etmesi ve iki taraf arasındaki gerilimlerin azalması mümkün olacaktır.
2008
Gürcistan krizinde gördüğümüz gibi Rusya ile NATO üyeleri arasında gerilim yaşanması bizi herhangi bir belgede herhangi bir ülkenin adının geçebilecek olmasından daha fazla ilgilendirmektedir. Bu yüzden NATO ile Rusya’nın, daha doğrusu Amerika ile Rusya’nın ‘barışması’ bölgesinde istikrar arayan Türkiye için bu zirvede elde edilen en büyük başarıdır.