Eğer Çin dendiğinde aklınıza Mao gömlekli ve eski bisikletli insanlar, sefalet ve sadece
baskı geliyorsa bildiğiniz herşeyi unutun. Çünkü Çinliler bile o günleri unutmuş,
Kültür Devrimi hatıraları çok geride kalmış.
Artık eski bisikletlerin yerini Jaguarlar, Mercedesler almış. Şanghay’da Shangri-La Oteli’nin penceresinden baktığınızda Yangtze nehri kıyısında yepyeni ve çok daha dinamik, tabii ki düzenli ve güvenli bir Manhattan’ın yükseldiğini görüyorsunuz.
Pekin’de kalınan otelin pencerelerinde görünen
manzara da farklı değil. Zengilik ve
refah, lüks markaları taşıyan vitrinlerden sokaklara akıyor. Hâlâ komünist olduğunu zannettiğimiz, -işin ilginci onların öyle düşündüğü- bu
ülkede her yer reklamlarla dolu.
Televizyon programları herhangi bir
‘Batı’ ülkesinden farksız.
***
Evet,
yoksulluk ve gelir dağılımda adaletsizlik mevcut. Rejim de otoriter ve kendini koruyacak her türlü techizata sahip. İfade özgürlüğü kısıtlı.
İnternet deseniz siyasi anlamda hijyenik.
Nobel Barış Ödülü’nü alan Liu Xiaobo örneğinde gördüğümüz gibi rejim muhalefeti de cezasız kalmıyor.
Ancak durum belli ki ‘Batı’ medyasının bize aktardığından, aklımıza kazıdığından epeyce farklı. Çin ekonomisi sahte saat üretimine, kaçak bilgisayar programı kopyalanmasına ve sadece
ucuz işgücüne dayanmıyor. İnsanlar her sabah kalkıp şu komünist sistemi nasıl deviririz diye Tienanmen Meydanı’na çıkmıyor.
Dışişleri Dakanı Davutoğlu’nun altı günlük resmi ziyareti çerçevesinde dolaştığımız Çin bize sunulan, bildiğimizi zanettiğimiz Çin ile taban tabana zıt. Mesela hakları konusunda hassasiyet gösterdiğimiz
Uygurlar Türkiye’deki Kürtlerden pek çok alanda daha fazla hakka sahip.
***
Üstelik de gördüğümüz Çin, kollarını açmış Türkiye’yi bekliyor. İlişkiler hızla gelişiyor. Davutoğlu’nun Chinadaily gazetesinin dünkü sayısında çıkan yazısında belirttiği gibi küresel ve bölgesel sorunlar karşısında iki ülkenin siyasi tavır alışları da birbirine çok benziyor.
1 milyar 340 milyonluk bu büyük pazarın
değerlendirilmesi, Çin’in siyasi ağırlığının Türkiye’nin yanına çekilmesi gerekiyor. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti ile başlayan bu yıl da askeri tatbikatlar, Çin Başbakanı Jiabao’nun
Ankara ziyareti ile ivme kazanan ilişkiler, Davutoğlu’nun temaslarıyla yeni bir boyuta ulaştı.
***
Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişmesinden içeride de dışarıda memnun olmayanlar mutlaka çıkacaktır. Kimileri Uygurların mal ve para karşılığında satıldığını, kimileri de Türkiye’nin ekseninin kaydığını söylecektir. İnsan hakları ve
demokrasi eksikliklerini dert edinenlerin de ilişkilerin gelişmesinden rahatsız olacağına eminim.
Ama artık Çin’e bakışımızın değişmesi gerektiği gibi dünyaya bakışımızın da değişmesi şart. Çin’i karşımıza alarak Uygur sorununu da çözemeyiz, demokratikleşmesine de katkıda bulunamayız. Çin Türkiye’nin sözünü ancak Türkiye’ye güvenirse, iki ülke arasında karşılıklı
bağımlılık gelişirse dinler.
Eksen kayması da sizleri kaygılandırmasın. Eğer buradaki yatırımları ve yaptıkları ticaret sayesine
Almanya ile Fransa’nın ekseni kaymıyorsa,
İtalya sokaklara taşan markaları ile Nato’dan çıkmaya kalkmıyorsa,
Amerika var olan tüm sorunların rağmen Çin’i muhattap alıyorsa, bizim de eksenimiz falan kaymaz.
Zaten Türkiye’nin ekseni kayacaksa kendi tercihleri yüzünden değil
AB üyeliği konusunda yaşanacak tıkanıklar yüzünden kayacak. O zaman da Türkiye’nin yeni pazarlara şimdiden sahip olmasından, siyasi anlamda yeni dayanak noktaları bulmasından daha normal bir şey olamaz...