Hafta başında
Berlin ve Brüksel’de
Türkiye’nin dış
politikasını, yeni yönelimlerini ve insanlarının
dış politika konusundaki düşüncelerini tartıştığımız iki toplantıya katıldım. Her ikisi de çok ilginçti, her ikisinde de Türkiye’ye olan ilgi büyüktü.
Ama özellikle ilki, yani
Alman sosyal demokratlarının vakfı Friedrich Ebert Stiftung’da yapılanı çok daha ilginçti. Çünkü toplantıya katılan bir SPD milletvekili ve
Almanya Dışişleri Bakanlığı üst düzey bir bürokratı Türkiye’nin dış politikasını övdü ve neden AB üyesi olmamız gerektiğini anlattı.
İki ay kadar önce Lyon’da
TESEV olarak düzenlediğimiz toplantıda da aynı şey olmuş,
Fransız sosyalistleri Türkiye’nin üyeliğini savunmuş, dış politikasının kendileri için ne kadar önemli olduğunun altını çizmişti.
Her ikisinde de kendimi bambaşka bir gezegendeymişim gibi hissettim ve duyduklarıma inanmakta zorlandım. Ama görünen o ki Türkiye sabırlı olursa,
Kıbrıs ya da başka herhangi bir nedenle üyelik hevesinden vazgeçmezse, yakında AB başkentlerinden bambaşka bir hava esecek.
Tartışma da önemli
Her ne kadar Fransız Sosyalist Partisi adına cumhurbaşkanlığı yarışına girecek olan Dominique Strauss Kahn’ın New York’ta başına gelenler
Fransa’nın pek değişmeyeceğine işaret etmekteyse de, bu türden
tartışmaların Almanya ve Fransa gibi ülkelerde başlamış olması dahi önemli.
Avrupa solu ve pek çok ülkede yeşiller Türkiye’nin
AB üyeliğini eskiden beri savunmuş olsalar da şimdi durum farklı. Artık savunmalarının nedeni ahde
vefa gibi ahlaki prensipler ya da AB olmazsa Türkiye siyasi intihara kalkışır gibi argümanlar değil. Neden, Türkiye’nin diplomasisiyle, siyasetiyle, ekonomisiyle AB’ye katkıda bulunacak olması.
Şu sıralarda Avrupa’da kimse “biz olmazsak Türkiye batar, ekonomisi çıkmaza girer, siyasi istikrarı zarar görür” demiyor. Evet, Türkiye’nin ekseninin kaymasından, Batı yerine Doğu, daha doğrusu Orta
doğu merkezli bir politika izlemesinden korkanlar var.
Ancak kimse Türkiye’nin büyük projeler dışında çılgınca şeyler yapacağından korkmuyor. Oysa çok yakın zamana değin Türkiye’nin AB üyeliği söz konusu olduğunda kullanılan siyasi argüman yalnız bırakıldığı taktirde başına her türlü felaketin geleceği ve AB ülkelerine bela olacağı yönündeydi.
Muhalefete de rol düşüyor
Şimdi bu anlayış yerini Türkiye’nin yapacağı katkıya bıraktı ve belli ki dış politikadaki değişim AB ile olan ilişkilerde işe yaramaya başladı.
Ortadoğu ve
Kuzey Afrika’daki “
demokratikleşme krizleri” derinleştikçe, demokrasinin
halk devrimleri ile gelmeyeceği, para vermekle yerleşmeyeceği anlaşıldıkça, Türkiye’nin değeri daha da artacak.
Türkiye’nin modeline ve desteğine olan ihtiyaç daha geniş kesimler tarafından idrak edilecek. Türkiye şu anki istikrarını sürdürürse ve kendi içindeki sorunlarını çözmek yolunda adım atarsa, AB üyesi de olacak.
Fakat sorunlarının çözümünde
iktidarı kadar muhalefetine de sorumluluk düşüyor. Eğer ana muhalefet partisi seçimlerden sonra yıllardır uygulayageldiği siyasetini değiştirirse, yapılmaya çalışılan her şeyi sadece iktidar yapıyor diye engellemek huyundan vazgeçerse, Türkiye sorunlarından çok daha çabuk kurtulacak.
CHP’nin SPD gibi ağzından bal damlamasına gerek yok. Yeter ki
Kürt sorununun çözümünde
destek olsun, Türkiye’nin daha demokratik bir anayasaya kavuşmasına imkan tanısın. Çok zor bir şey istediğimi biliyorum ama bir de darbecilikle olan duygusal ilişkisini kopartsın...