Dost sanırdım seni. Saygıda kusur etmezdim.
Ağabey der dururdum.
Meğer pusuya yatmış bir kalleşmişsin!
Ne çok safmışım ben meğer!
Senin o övgü ve sevgi dolu sözlerine aldanıp nasıl da inandım sana.
Başkaları senin hakkında dikkatli olmamı önerdiği halde, nasıl da o yaldızlı ve maskeli laflarına inanıp seni ağabey diye bağrıma bastığıma şimdi ne çok üzüldüğü bilemezsin.
Olsun, o sahici yüzünle tanıdım ya artık seni, pişmanlık ve üzüntü başüstüne diyorum.
Bana düşman olduklarını bildiklerimden yana hiş şekvam olmaz benim.
Tabii düşmanımın da mert olanını severim.
Ahmet Arif üstadımız ne güzel buyurmuş:
“Mertçe olsun isterim/
Dostluk da düşmanlık da/Hiçbirisi olmaz halbuki!”
Ben dostluğun da düşmanlığının da mertçe olanını isterim. Mertlik bu şehirde ölmüşse ben ne diyeyim? Düşmanlarımın kalleşlikleriyle ilgili değilim. Bu konuda minnetsizim.
Ama dost gibi görünenlerin en ufak bir iması bile yaralar beni.
Çünkü Hallac-ı Mansur duyarlılığına sahibim. Sevdim mi kendimi tam veririm.
Benim dostluk anlayışımda kalleşliğe yer yoktur. Ben dostlarımı katkı anlamına gelebilecek eleştiriye muhatap kılmaktan bile özenle kaçınırım. Kendime hayıflanıyorum asıl, sana değil!
İnsanın dostluk tarağında bezi olmasa bile entelektüel dürüstlüğü olur en azından.
Ondan da bi-nasipmişsin meğer!
Dost gülücüklü, dost maskeli kalleşlikleri kendine şiar edinmişin besbelli.
İçinde büyüdüğün çevrenden edindiğin bu huylar bana ters. Hz.
Mevlana ne güzel demiş:
“Ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.”
Senin fehminden yana şüphem yok.
Çünkü senin zekanı bilirim.
Söylemediklerim üzerinden, niyet okuyuculuğu yaparak beni vurmandan belli ne denli şeytani bir zekaya sahip olduğun.
Zekandan ve fehminden yana bir sorun olmadığına göre, demek ki içinde bana karşı beslediğin bir düşmanlık varmış da, onu nedense dostluk kisvesine büründürerek çıkmışsın karşıma...
Seni riyakarlığınla, düşmanlığınla başbaşa bırakıyorum. Sözlerinin bir tekine dahi
cevap verme gereği duymadan. Kalleşliğinle ve alçaklığınla seni başbaşa bırakıyorum.
Yüreğin ve zekan yetiyorsa söylemediklerim üzerinden değil söylediklerim üzerinden benimle tartış da, göreyim seni! Adını vermeyeceğim, çünkü sen kendini bilirsin. Senin gibi olan herkes payına düşeni alsın diye. Kim olduğunu bulma işini o meraklı internet medyasına bırakıyorum.
Malatya film festivali
1. Uluslararası
Film Festivali için Malatya’dayım. Güzel bir hava ve Türk sinemasının birbirinden seçkin
sanatçıları... Güzel insan ve değerli dost Kenan
Işık’la öğle yemeğinde yaptığımız sohbetin tadı ise doyumsuz.
Kenan Işık deyip geçmeyin. Olağanüstü güzel bir insan, müthiş bir yetenek ve sıkı bir entelektüel. Tabii bir o kadar da Malatyalı.
Sevgili dostum Ferman Sarmış ve akademisyen
emniyet müdürü dostum Orhan Erdem’in hoşça sohbetleriyle birleşince her şey daha güzel oluyor.
Cuma akşamı festivalin üniversitede yapılan açılışı sahiden çok görkemli geçti.
Festivalin organizasyonunu yapan Ali Çalışır’ı yürekten kutluyorum. Bu işin tam erbabı olduğunu ziyadesiyle gösterdiği için.
Açılış konuşmalarında bir eksiklik dikkati çekti. Malatya’nın bağrından yetişen birbirinden değerli sanatçı ve kişilerin arasında Ahmet Kaya’nın adının geçmemiş olmasına doğrusu hayıflandım. Ahmet Kaya’sız bir Malatya eksik bir Malatya’dır.
“Hep birlikte Türkiye’yiz!” söylemi çerçevesinde defalarca Ahmet Kaya’nın adından övgüyle bahseden Recep Tayyip Erdoğan’ın
Başbakan olduğu bir ülkede, Ahmet Kaya’nın kendi memleketi olan Malatya’da adının zikredilmemiş olmasını bir unutkanlığa bağlıyorum. Öyle de olsa bu bir eksiklik diyorum.
Erkan Oğur’un
müzik ziyafetinden büyülendim. Malatya’ya çok yakışan bu film festivalinin daha geniş imkanlarla gelenekselleşmesi gerektiğine inanıyorum.
Malatya Valisine, Belediye Başkanına,
Üniversite rektörüne ve sevgili Ali Çalışır’a çabalarından dolayı tebriklerimi iletiyorum.