Deniliyor ki, "
PKK dağılma sürecine girdi, bitiyor!". Peki bu doğru mu? Tabii ki hayır!
Ben aksini iddia ediyorum:
PKK'ya yönelik bu tür askeri operasyonlardan hemen sonra dillendirilen benzer iddialar tam tersine PKK'yı besliyor! Bu sözlerim, askeri operasyonların hiçbir şekilde PKK'ya
darbe indirmediği anlamına gelmiyor elbet. Tersine bu tür geniş kapsamlı operasyonlar
örgüt açısından telafisi hayli zaman alan ağır tahribatlar yaratıyor. Ama bu durum örgütün varlık nedenini ortadan kaldırmadığı için
katılım kanallarını da hep açık tutuyor. Demem o ki, "PKK dağılma sürecine girdi, bitiyor!" iddiaları, dağa çıkmaya zihnen ve ruhen hazır pek çok
Kürt gencinin dağa çıkmalarını kolaylaştıran bir
isyan duygusunu tetikliyor aslında. Hafızalarınızı yoklayınız lütfen: Geçmiş dönemlerde örgüte yönelik sayısız operasyondan sonra "PKK'nın beli kırıldı, sonu geldi!" denmedi mi? Peki niçin çeyrek yüzyıldır her seferinde belinin kırıldığı ve dağılma sürecine girildiği belirtilen bu örgüt hâlâ varlığını koruyabiliyor?
Öcalan yakalandıktan sonra da aynı iddialar gündeme getirildi. Doğru, Öcalan'dan sonra örgütün beyni karıştı. Örgütün tepe noktasındaki yöneticiler siyasi fikir ayrılıklarına düştüler. Başkanlık Konseyi üyelerinden
Nizamettin Taş ve
Osman Öcalan gibi etkili isimler örgütten ayrıldılar. Örgütün tabanında da ciddi bir çözülme yaşandı. Peki sonra ne oldu? PKK 2004 yılında tekrar silaha başvurdu ve eski gücüne kavuştu. "Bitti, dağıldı!" denilen örgütün
yerli yerinde durduğu apaçık görüldü.
Demek ki PKK'yı besleyen bir vasat var. Görmemiz gereken asıl gerçeklik bu.
Bazılarımız bunun tamamen dışsal nedenlere bağlı olduğunu söyleyerek "içerdeki sorunu" görmezlikten gelme hatasına düşüyor. Bazılarımız ise bunun tümden "iç sorun" olduğunu söyleyerek dışsal faktörleri inkar etme hatasına düşüyor. Bu çok komplike sorunu anlamak ve çözmek için o yüzden yeni bir bakış açısına ihtiyaç var diyorum. Kürt halkının varlığını belirli bir dönemden itibaren inkar eden o "
kart-kurt" söylemi, inkarın yetmediği yerde ise "
Kürtler zaten ırken Türk'tür!" yaklaşımıyla beslenen o Türkçü anlayış, "
Kürt sorunu"nu çıkardı karşımıza. Etnik kimlikten önce Marksist ideolojiyi benimseyerek yola çıkan PKK'nın beslendiği ana
damar işte bu "sorun" oldu. Bu iç sorun, her türlü etnik milliyetçilikten ve siyasal bölücülükten uzak bir yurttaşlık anlayışıyla pekala aşılabilir. Burada yoğunlaşmak lazım asıl. "Askeri harekatla" amaçlanan "
psikolojik üstünlük",
vakit geçirilmeden demokratik ve kültürel açılımlarla
desteklenmezse, kısır döngü kaçınılmaz olur.
Başbakan Erdoğan'ın sanırım asıl yapmak istediği de bu kısır döngüyü kırmak.
PKK'nın yalnızca "içsel sorun"dan beslendiği iddiası elbette doğru değil. PKK'yı besleyip büyüten "dış destek" faktörü, bizzat Öcalan tarafından İmralı'da açıklanmış bulunmaktadır. Öcalan yakalandıktan sonra verdiği ifadelerde ve yaptığı savunmalarda başta
Suriye olmak üzere
İran,
Yunanistan ve başkaca
Avrupa ülkelerinin kendilerini "Türkiye'yi zayıflatmak" amacıyla desteklediklerini belirtmiştir. Daha ileri giderek geçmişteki Şeyh Said vb isyanların da bu amaçla dış güçler tarafından kotarıldığını söylemiştir. PKK gibi bir örgütün herhangi bir dış destek olmadan bu kadar uzun süreli ayakta kalabilmesi elbette mümkün değildir.
"Dış destek" boyutunu yalnızca öne çıkartıp "iç sorunu" görmezlikten gelenler, "PKK gerçekliği"ni doğru anlamadıkları için her seferinde başımıza çuval örüyorlar. PKK'yı sadece dış güçlerin desteğiyle ayakta duran bir örgüt olarak tanımlayanlar, PKK'ya
ölüm ve yokluk pahasına destek sunan içerdeki milyonlarca Kürt vatandaşımızı nereye oturtuyorlar acaba? Gerçeği bütün olarak görelim artık: PKK'nın azımsanmayacak bir "iç desteği" de var.
"PKK bitti bitiyor!" diyenler hâlâ bu "iç gerçeklik"in farkında değiller anlaşılan. Ne yalan söyleyeyim: Bu sözleri duydukça aklıma kaybettiğimiz yıllarımız ve canlarımız geliyor. Üzülüyorum. Dahası, eski tarz anlayışlarda ısrar etmemiz halinde kaybedeceğimiz nice yıllar ve canlar geldikçe daha bir üzülüyorum. "Kart-kurt" söyleminin yanına"cartcurt" edebiyatını ekleyen o ulusalcıları, sorunu ve bölgeyi bilmeden konuşan o "uzman" sıfatlı zevatı, çözümsüzlükten beslendikleri için sorunun varlığını dahi kabule yanaşmayan o
siyaset tacirlerini dinledikçe doğrusu ülkem adına çok üzülüyorum, çok!
Mustafa Armağan’ı okuyunuz!
İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden arkadaşım Mustafa Armağan'ın yakın tarihimize ışık tutan kitaplarını büyük bir hazla okuyorum. O edebi estetikle bezeli üslubu karşısında haz duymamak mümkün mü? Yakın tarihimizin netameli ve riskli alanlarında hiçbir ideolojik önyargı ve kaygı taşımadan sadece gerçekleri aktarmak adına at koşturan Armağan'ı yürekten kutluyorum.
Sıkıcı olan tarih, Armağan'ın kaleminden hazla okunur hale getirilmiş. Bayramda Afyon'a giderken yanıma aldığım "Yakın
Tarihin Kara Delikleri/Küller Altında Yakın Tarih 2" adlı kitabına başlamamla bitirmem bir oldu.
Yakın tarihimizi farklı bir gözle yeniden okumak isteyenler mutlaka Armağan'ın kitaplarını okusunlar derim. Bir tek, ezberleri bozulsun istemeyenlere salık vermem!