12 eylül faşizmi... Bir daha mı?.. Asla!


20 yaşlarındaydım. Dün gibi hatırlıyorum. Günlerden Cuma’ydı. Doğduğum yer olan Adıyaman’ın Kahta ilçesindeydim. Evimiz cadde üstündeydi. Mehter marşlarıyla uyanmıştım. Perdeyi aralayıp caddeye baktığımda askerleri görmüştüm. TRT’den sık aralıklarla yapılan anonslarda silahlı yönetimin emir-komuta zinciri içinde yönetime el koyduğu ve ikinci bir emre kadar vatandaşların sokağa çıkma yasağına uymaları söyleniyordu. Müthiş bir çaresizlik duygusu... Buna eşlik eden belirsizlik ve ürperti... Her an askerlerin gelip sizi alıp götüreceği korkusu... Saniyeler geçmek bilmiyor... Herkesin birbiriyle irtibatı kesik... Neyse, korktuğum başıma gelmiyor. Pazar atlıyorum otobüse. Ver elini İstanbul. İllegal örgüt mensubu değilim. Adam öldürmemişim. Akıncılar derneğinin aktif yöneticilerinden biriyim sadece. Darbeye az bir zaman kala sıkıyönetim tarafından yakalanmış, acımasız bir dayak ve falaka faslından geçmişiz. Bir iki yıl öncesinde de siyasi bir kavgadan dolayı kısa süreli bir cezaevi yaşamımız var. Ötesi yok. Ayrıldıktan sonra arkadaşlarımızdan bir kaçını yakaladıklarını duydum. İçlerinde gözü karalığıyla nam salmış Akıncılar derneği başkanı dayımoğlu Mahmut Aydın’da vardı. Evden gelip beni de sormuşlar. Dayımoğlu ne çok işkenceler çektiğini sonradan anlattığında tüylerim diken diken olmuştu. Kaçmasaydım, aynı işkencelere ben de uğrayacaktım hiçbir suçum olmadığı halde. Oysa hiçbir suçları yoktu. Sonra serbest bırakıldılar. Fişlenmişlerdi. Fişlenmiştik. Ah o fişler, hepimizin geleceğini karartan o fişler... *** 12 Eylül faşizmi ülkenin üzerine bir karabasan gibi çökmüştü. On binlerce genç hapse tıkılmıştı. İşkenceler ayyuka çıkmıştı. Diyarbakır ve Mamak gibi cezaevlerinde yaşananlar insanlık adına utanç vericiydi. İnsanlar oralarda bin kez ölümü tercih ediyorlardı. İnsanlık bedeni kadar asıl insanlık onuru yok ediliyordu. “Allah’ım canımı al da kurtulayım!” diyen insanlarımızın feryatları duvarlara çarpıp geri dönüyordu. Tam bir korku imparatorluğu oluşturulmuştu. Ses çıkarmak ne mümkün! Kelimenin tam anlamıyla askeri bir diktatörlük rejimi kurulmuştu! Ülke tam bir açık cezaevine dönüştürülmüştü. O günleri yaşamayanlar bilmezler. Genç kuşak o yüzden 12 Eylül’le hesaplaşmanın önemini algılamıyor bir türlü. *** 12 Eylül faşizmi sırf korku salmak ve toplumu zapt u rapt altına almak için genç fidanları sağdan ve soldan demeden darağaçlarına gönderdi. Henüz hayatlarının baharlarındaydılar. İçlerinden bazılarının yaşları bile tutmuyordu. Ama ilahlar kan istiyorlardı, can istiyorlardı toplumun yüreğine korku salabilmek için. Allah bir daha o günleri göstermesin asla! *** 12 Eylül zulmünün mimarı, darbenin öncüsü olan generalin o günlerde astığı astık kestiği kestikti. O dönemde yaptıklarını yargıdan kaçırtmak için geçici 15. maddeyi koymuşlardı anayasa. Otuz yıl boyunca hiçbir savcı kalkıp da o dönemi sorgulayamadı. Sorgulamak için cesaretini kuşanan bir savcımız da HSYK tarafından görevinden uzaklaştırıldı. 12 Eylül faşizminin mağrur generali, eski cumhurbaşkanı, “Yargılanmam söz konusu olursa kafama sıkarım” diye demeç vermiş. Bazı darbesever hukukçularımız da zaman aşımından söz etmeye başladılar. Oysa Başbakanın dediği gibi, başlayan bir dava yoktu ki zaman aşımı olsun. Hem insanlık suçlarında zaman aşımı mı olurmuş! O dönemin hesabı mutlaka sorulmalı ki, bundan sonra hiç kimse aklının ucundan darbe fikrini dahi geçiremesin. *** 12 Eylül döneminde tüm atamalar Kenan Evren ve darbeci arkadaşları tarafından yapılırdı. Yüksek yargı mensupları da onlar tarafından atanmışlardı. Herkesten daha fazla onlar selama durdular. Osman Can’ın dediği gibi, yüksek yargı, “karargah yargısı” gibi hareket etmeye başlamışlardı. Sonrasında da öyle davranmaya devam ettiler. *** Söylenecek çok söz var. Ama konuştukça yüreğim sancıyor. Şu 50 yaşıma kaç darbe, muhtıra, müdahale ve darbe teşebbüsleri sığdırmışlar. Başımıza inen balyozların haddi hesabı yok. Yeter artık! Gençliğimizi tükettiniz. Çocuklarımıza dahi yaşattırdığınız bu acıları artık torunlarımız yaşamasın istiyoruz. Anayasa Raportörü Doç. Dr. Osman Can’ın, “Darbe Yargısının Sonu/Karargah Yargısından Halkın Yargısına” kitabı ile gazeteci Akın Bodur’un “12 Eylül Kararlığında DÖRT İDAM BİR TANIK!” kitabını okumanızı salık veririm. 12 Eylül’lerin bir daha olmaması dileğiyle.
<< Önceki Haber 12 eylül faşizmi... Bir daha mı?.. Asla! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER