Aradan sekiz-on sene geçmiş olmasına rağmen,
Bosna'daki
katliamın ruhlarımızda açtığı derin travma henüz taptaze duruyorken, yaşanan acıları henüz unutmamış, gamsızlık trenine bindirmemişken 2003 yılında gittiğim Belgrad'da gördüklerim beni çok şaşırtmıştı.
Orada oyun oynayan küçücük çocuklar görmüştüm. Parklarda koşuşturan, birbirleriyle şakalaşan küçücük çocuklar... Annelerinin babalarının yanlarında, onların üzerine titrediği, oyun oynarken bir an olsun gözünü ayırmadığı çocuklar beni o kadar etkilemişti ki, sarsılmıştım...
Birbiriyle el ele tutuşup etrafa gülücükler saçan çocukları izlerken, onlar için kaygılanan anneler bende büyük bir şaşkınlık meydana getirmişti. Çünkü Belgrad'da sıcakkanlı, gülen tek bir yüz bile görebileceğimi zannetmiyordum. Sözüm yanlış anlaşılmasın ama, Bosna katliamından sonra burada insan kılığına girmiş vampirlerin yaşadığını düşünüyordum. Fakat burada birileri için kaygı taşıyan insanlar vardı.
Diğer türlü nasıl olabilirdi ki? Yüz binlerce masum Boşnak'ı çoluk çocuk,
yaşlı,
genç demeden öldürenlerin insanlığından şüphe etmemek elde miydi? Bu katliamları gerçekleştirenlerin, ya da buna göz yumanların ya da en azından bu
katillerle bir arada yaşayabilenlerin insani bir ruh taşıyabilmesi mümkün müydü? Ama taşıyordu, küçücük çocukların ellerinden tutan anneler onlara bir dikenin batmasından bile büyük kaygı duyuyordu.
Peki kendi çocuklarına bu denli hassasiyet gösterenler nasıl olur da öteki çocukların öldürülmesine bu kadar kaygısız, gamsız durabilirdi? Sonra da fark ettim ki, muhtemelen onlar da Boşnaklar için aynı duyguyu taşıyordu. 'Her an evlerini basacaklar ve hem kendilerini hem de gözlerinden sakındıkları küçücük yavrularını gözlerini kırpmadan öldürecekler' diye düşünüyorlardı, kim bilir? Ya da başka bir şey vardı... Belki de Hrant Dink'in eşi Rakel Dink haklıydı. Onun söylediği gibi
Ogün Samast masum bir çocukken onu bir katil haline getiren bir
sistem vardı ve küçücük eller, büyüdükçe öldürme psikolojisiyle yetiştiriliyordu. Ötekini düşman belleyen bu anlayış, hatta anlayıştan da öte travma, düşmana karşı her an katliam gerçekleştirecek bir ruh haline getiriyordu insanları... Peki 'kendi can korkusu' bu travmayı anlaşılır kılabilir mi?
Norveç saldırısı öteki korkusunun bir
patlama anından başka bir şey değil! Olaya toptancı bir bakışla bakmış olmayayım ama yaşananlar, Batı medyasının ya da siyasetçilerinin bazen bağıra bağıra, bazen fısıltı halinde söylediği 'ötekiler Batı için tehdittir' söyleminin insanlarda nasıl ete kemiğe büründüğünün göstergesidir.
Saylonluların dünyayı ele geçireceği masalına en çok inanan Norveçli, bu korkunun ne denli korkunç bir hale dönüşeceğini bütün dünyaya gösterdi.
Pis bir
şebeke hepimizin 'öteki' şüphesini provoke ediyor. Bu provokasyona hep beraber dur demenin tam zamanı.
Allah muhafaza; ötekilerin ötekileri öldürmeye başladığı bir dünyanın nasıl bir kan denizine dönüştüğünü daha önce defalarca gördük.
Azeri ananın dediği gibi: "Sulha gelin ey insanlar yoksa dünya mahvolar.''