Yıllardır söylenen, dilendirilen bir sözdü bu. Ama ne olduğu, nasıl bir karar olduğu, kararı alan bu devletin kim olduğu çok da belli değildi. Bir şehir efsanesi gibi dolaşıp duran bu sözün ne Anayasa'da, ne yasalarda, ne de kanunlarda bir karşılığı vardı. Yasalarda olmayan bir şeydi ama devlet denen kimse arada bir gizli gizli kararlar veriyor ve bu nedenle 'rutin' dışı şeyler oluyordu ülkede.
Bu sözü son dönemlerde
emekli Koramiral Atilla Kıyat'ın gündeme getirmesiyle tartışmıştık. Hatırlayacaksınız, Atilla Kıyat bir televizyon programında 1993 ile 1997 yılları arasında işlenen
faili meçhul cinayetlerin devlet politikası olduğunu söylemişti. O dönem yüzbaşı,
üsteğmen olan kişilerin emir üzerine bu cinayetleri işlediklerini belirtmiş, bu nedenle dönemin cumhurbaşkanlarının, başbakanlarının ve genelkurmay başkanlarının da
hesap vermesi gerektiğini dile getirmişti.
Nasıl yani; birileri kanunda ve yasalarda olmayan bir yetkiyi kullanıyor hem de birilerinin en tartışılmaz, en önemli hakkı olan yaşama hakkını elinden mi alıyordu? Nasıl yani; kim birisinin yasalarca ispatlanmamış bir suçtan dolayı ölmesine karar verebilirdi ki? Devlet denen şey böyle bir şey miydi? Devlet isterse kendi koyduğu kanuna, nizama, yasaya yokmuş muamelesi yapabilir miydi?
O dönemde öldürülen binlerce insan ne mahkemeye çıkartılmış ne suçlu olduğu mahkemelerce
tescil edilmişti. Ama devlet yetkisini kullanan birileri buna rağmen onların yaşamasını gereksiz bulabilmişti. Devlet kararı böyle bir şey olsa gerekti! Yasaya dayanmayan rutin dışı şeyler yani...
Bu devlet kararı sözünü, en son
Star Gazetesi'nde Ferzan Çitici'nin ağzından okuduk. Gazeteye konuşan 2000 yılının
İstanbul Başsavcısı Çitici, o dönem gerçekleştirilen
Hayata Dönüş operasyonlarının bir devlet kararı olduğunu söylüyordu. 'Hayata Dönüş'ü burada yeniden anlatmaya gerek var mı bilmiyorum. 2000 yılının
Aralık ayında 20 cezaevinde başlatılan operasyonlar sonucunda 30 mahkûm hayatını kaybetmiş, yüzlerce mahkûm yanmış, yakılmış ve yaralanmış, iki asker kimlerin sıktığı belli olmayan kurşunlarla hayatını kaybetmişti. Operasyonla ilgili şaibeler kamuoyunda aylarca, yıllarca konuşulmaya devam etmiş ama hiç kimse hakkında bir
soruşturma açılmamıştı. Neden? Bugün öğreniyoruz ki bu operasyon bir devlet kararıymış da ondan...
Devlet kararından sonra yapılan her şey mubah sayılıyordu öyle mi? Ne işlenen cinayetler soruşturuluyor, ne ölenin arkası aranıyor. İşin içind
e devlet kararı varsa işlenen suçları soruşturmakla görevli savcılar olayları görmez, polisler işitmez, hâkimler hak aramaz oluyor öyle mi? Medyaya gerekli yalan ve asparagas haberler
servis ediliyor ve kamuoyu devletin istediği şekilde yönlendiriliyor yani...
1993 yılından sonra Güneydoğu'da işlenen cinayetler niye faili meçhul kaldı? Çünkü bu olay devlet kararıydı. Hayata Dönüş operasyonunu yapıp onca insanın ölmesine neden olanlarla ilgili niye hiçbir işlem yapılmadı? Çünkü devlet kararıydı. Kamuoyunda şaibesi sürekli konuşulan olayların faillerinden itiraflar geldikçe, birer birer öğreniyoruz nelerin devlet kararı olduğunu... İnsan o zaman ister istemez düşünüyor; 'acaba faili meçhul kalmış bütün olaylar bir devlet kararı mıydı?' diye...
Albay Cemal Temizöz'ün
tutuklu olarak yargılandığı Diyarbakır'daki faili meçhul cinayetleri soruşturan savcıyı, referandumdan önceki HSYK'nın ısrarla görevden almak istediğini hatırlayın, devlet kararlarını kimlerin koruduğunu göreceksiniz.
Zannediyorum
Türkiye, derin devletten kurtulma ve
demokratikleşme sürecine, bu devlet kararlarının ne olduğunu sorgulamakla başladı