22 Temmuz 2007 seçimlerinde büyük bir başarı elde eden AK Parti'ye, seçimlerden birkaç ay sonra yani 14
Mart 2008 tarihinde
kapatma davası açıldı.
Davanın gerekçesi 'laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmek'ti. Dönemin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın hazırladığı
iddianame tam bir
Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google iddianamesiydi.
İnternet medyasından toplanan fotoğraf ve yazılarla birkaç ay önce 13,5 milyon insanın oy verdiği parti kapatılmak isteniyordu. Bereket o zaman 11 üyeli
Anayasa Mahkemesi'nde bir oy farkla 'kapatmama' kararı alındı ve
ülke büyük bir kaostan kurtuldu.
İşin asıl ilginç olan tarafı; Başsavcı'nın
delil topladığı internet sitelerinin özelliğiydi. Bunların neredeyse tamamı
Genelkurmay Başkanlığı'nın organize ettiği ve asparagas haberlerle
psikolojik harp yapılan sitelerdi. Daha sonra ortaya çıkarılan belgeler olayı aydınlatacak ve tutuklanan orgeneral rütbesindeki paşalar bunun emir komuta zinciri içerisinde kurulduğunu
itiraf edeceklerdi.
Ama
Türkiye, asıl tehlikeyi AK Parti'nin iktidara gelmesinin hemen ardından atlattığını sonradan öğrenecekti. Mehmet
Baransu imzasıyla
Taraf gazetesinde yayımlanan belgeler,
Balyoz darbe planını bütün çıplaklığıyla ortaya döküyordu.
Orgeneral Çetin Doğan'ın 1.
Ordu komutanı olduğu dönemde hazırlanan bu plan, 12
Eylül darbesini neredeyse bire bir
kopya etmişti. Darbeyi yapabilmek için önce memleket sathında kaotik bir ortam oluşturmak gerekiyordu. Bu nedenle bir cuma namazı sırasında Fatih ve
Beyazıt camileri bombalanacaktı. Ülkede irticai unsurların ayaklandığına dair bir kanaat oluşturulacaktı. Bir
Türk savaş uçağı düşürülerek Türkiye ile Yunanistan'ın savaşa girmesi sağlanacaktı.
Darbeye ortam hazırlayan bütün provokatif eylemler
Çarşaf,
Suga,
Oraj ve
Sakal adlı planlarla ayrıca belirtilmişti. Bu planlar yer yer yürürlüğe konulmuş ve Başbakan'ın evinin olduğu bölgedeki caminin minaresi alçaktan uçan bir savaş uçağının çarpması sonucu düşmüştü. Darbeden sonra hükümet üyelerinin nereye götürüleceği, tutuklanacak olanların hangi stadyumlarda tutulacağı, milli mutabakat hükümetinde kimlerin yer alacağı tek tek belirlenmişti.
Bununla ilgili çok daha detaylı bilgi edinmek isteyen 'Google'dan
küçük bir araştırmayla her şeyi öğrenebilir. Hatta internete girmişken, 27
Mayıs darbesini ve daha sonra idam edilen Adnan
Menderes, Fatin
Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın hikâyelerini okuyabilir.
12 Mart muhtırasını,
12 Eylül darbesini ve darbe süreçlerinde hükümetle askerin yaşadıklarını, 28
Şubat darbesini ve hükümetin bu çeteleşmeye nasıl baktığını bir daha bir daha öğrenebilir. 'Biz zaten biliyoruz' demeyin. Çünkü ne demiş atalarımız "Et tekrar-ü vel ahsen. Velev kane yüzseksen.'' Çünkü "
hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür.'' Hele bizim siyasetçilerimizin hafızası nisyanda beşerin en önde gideni durumunda!
Türkiye'nin darbeleriyle depremleri birbirine çok benziyor. İkisine de defalarca yakalanmamıza rağmen bütün yetkililer hiç olmamış gibi davranmaya devam ediyor. Enkazın altından çıkarılan herkes, sanki o hadiseyi hiç ama hiç yaşamamış gibi davranıp yaşadığı günün keyfini çıkarmaya bakıyor. İnşa ettiği binadan yine çimento,
demir çalmaktan, kaçak kat çıkmaktan kaçınmıyor. İkisinde de herkes "acımadı ki acımadı ki" oynamayı sürdürüyor.
Depremlerden hemen sonra müteahhitler, eski usul çalmaya devam ederken denetimlere de feryat figan bağırıyor. Siyasetçilerimiz de son anda önlenmiş darbe girişimlerinden, psikolojik savaş yalanlarından sonra soruyor: "Darbecileri niye içeride tutuyorsunuz?"