ANADOLU'NUN BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ

Kula evlerinde kadınlar; eşlerine, dostlarına ve kendilerine gelecek yıla kadar yetecek tarhanayı yapıyor.


Özellikle soğuk kış günlerinde çorba olacak, insanın içini ısıtacak kırmızı tarhananın yapımı Kula'nın o geniş avlulu cumbalı evlerinde asırlardır süren bir gelenek olarak devam ediyor. Mahallenin kadınları, üç hafta süren ve bir şenliğe dönüştürdükleri tarhana yapımının sonuna gelmiş. Son bir kez elekten geçirip güneşe serecekler artık. Tanıdık bütün kadınların bir araya toplandığı bu ritüelin baş aktörü; 86 yaşındaki Sabriye Özyetim. Yiyeceği tarhananın yapılmasına nezaret ediyor, nezaret etmekle de kalmıyor bizzat çalışıyor. Saatlerdir elinde tuttuğu eleği kullanırken hiç de yorgunluk belirtisi göstermiyor. Komşu Uşak'ın dünyaca ünlü tarhanasına biraz burun kıvırıyor; onu yemekte zorlandıklarını, en güzel tarhananın Kula'da üretildiğini savunuyor. Kula; İzmir'i doğuya bağlayan karayolunun üzerinde, tarihi çok eski bir şehir. Yüzyıllar öncesinden kalma cumbalı evleri, dar sokakları, çeşmeleri ve Rum evleriyle ziyaretçilerine çok ilginç sürprizler sunuyor. Ama Kula'yı asıl önemli kılan; Osmanlı döneminde hemen her şehirde gördüğümüz farklı etnik ve kültürel yapıdaki insanların birlikte yaşama düşüncesinin çok somut bir merkezi olması, cumbalı Müslüman Türk evleriyle Rum evlerinin sırt sırta, yan yana durması... Sabriye Nine, üç aylık bebek iken Kula'yı terk etmiş Rumlar. Ege'yi işgale kalkışan ordularla birlikte yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan Rumları, sadece annesinin anlattığı komşu hikâyeleriyle biliyor Sabriye Nine... Kula'da Türklerle Rumlar aynı mahallede yan yana, sırt sırta evlerde yaşamışlar, demiştik. Eski Kula sokaklarını dolaştığınızda buna bizzat şahitlik ediyorsunuz. Batı ülkelerindeki azınlıklar ayrı bölgelerde, ayrı mahallelerde ya da gettolarda yaşarken Kula örneğinde olduğu gibi Anadolu'da iç içe yaşamışlar. Aynı pazardan alışveriş yapıp, belki Rum ve Müslüman kadınlar aynı mahallede, bugünküne benzer şekilde tarhanayı birlikte yapmışlar. Dindar Kula halkı ile Hıristiyan Rumlar aynı sokakları, aynı çeşmeleri kullanıp benzer kültürel ürünler ortaya çıkarmışlar. Zaten Türkler, Anadolu'yu fethettikten sonra ahalinin yaşama biçimine asla karışmamış, onları yok etmeye yeltenmemişti. Hayat birlikte devam edip gitmişti. Kendi dillerini, kendi kültürlerini, inançlarını empoze etme yoluna gitmemişler, kendisine silah doğrultmayanların yaşama biçimlerine asla müdahale etmemişlerdi. Sadece Kula'da değil, Türkiye'nin birçok il ve ilçesinde gayrimüslim azınlıkla Müslüman Türkler aynı mahallelerde iç içe yaşamışlar, ortak kültüre imza atmışlardı. Osmanlı'nın yıkılış sürecinde büyük bir travma yaşadı, birlikte yaşama düşüncesi. Büyük devletlerin teşvik ve provokasyonlarıyla ulus devlet peşine düşen azınlıklar, büyük acıların yaşanmasına neden oldu. Unsuriyetçilik öyle bir ateş yaktı ki Anadolu'da, kurunun yanında yaşlar da cayır cayır yandı. Kendinden başka herkesi tehlikeli görme hastalığı Anadolu'nun binlerce yıllık birikimini yakıp yıktı. Ve korkarım ki bu ateş hâlâ sönmüş değil. Anadolu'da farklı kültürlerin birlikte yaşamasına son büyük darbeyi de Batılı devletlerin gazına gelen ve Ege Bölgesi'ni işgal etmeye kalkışan Yunanistan vurdu. Farklı olan her şeyden, herkesten korkan bir hale getirilmeye çalışıldı Anadolu. Ancak bu hastalık yerli bir hastalık değil. Bugün uyum yasaları adı altında her şeyi kendine benzetmeye çalışan, benzemeyeni de tasfiye eden Almanya, Fransa gibi ülkelerden Anadolu'ya sirayet etmiş ölümcül bir virüs bu. Hoşgörüsüzlük bize Batılılaşma döneminde girmiş ve bizi biz olmaktan çıkarmıştı. Şimdi de Kürtler ile Türkleri bu virüs yoluyla birbirine düşman etmeye uğraşıyorlar. Birlikte yaşamanın en büyük ilacı Sabriye Nine'nin gelini Fatma Hanım'ın misafirlerine ikram ettiği bir tas sıcak çorba. Derin Anadolu yıllardır bu bölücülüğe bir tas çorba ile direniyor.
<< Önceki Haber ANADOLU'NUN BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER