İktidar sahiplerine dönük olarak empati yapmak pek makbul bir davranış değildir. Çünkü
iktidar "Güç" demektir.
Çoğunluk güçlünün değil güçsüzün halini anlamayı makbul görür.
Oysa iktidarda olmak, kişinin yaşamda karşılaşacağı en zor sınavdır.
Seçilerek iktidar olmuşsanız, iktidarınızı korumak için yeniden
seçim kazanmanız gerekir.
Oysa
ülke sorumluluğunu taşımak ile seçim kazanacak davranışları sergilemek arasında sayısız uyumsuzluklar vardır.
Almak zorunda olduğunuz her karar geniş kitlelerin hoşuna gitmeyecektir.
Her şey iyi giderken sizin neden olmadığınız bir
kriz, bir anda itibarınızı dibe vurdurabilir.
Gelişmekte olan bir ülkenin iktidarı iseniz ve biriktirilmiş kriz kaynakları arkada duruyorsa, bir sorunu çözdüğünüzde en az on tane yeni sorun çözümsüz olarak önünüze gelir.
AK Parti iktidarı
Bu söylediklerimi somuta indirgediğim zaman, AK Parti iktidarının ve
Başbakan Erdoğan'ın karşılaştığı durumları düşünmeden edemiyorum.
Mesela "
Kürt sorunu", "Global
ekonomik kriz", "
Libya krizi" ve yaratılmalarında AK Parti iktidarının sorumlu olmadığı bunlara benzer meselelerin Türk kamuoyuna yansımaları var.
Türkiye'nin 2'nci Dünya
Savaşı'na katılması için
baskının zirveye vurduğu "
Adana Mülakatı"nı hep hatırlıyorum...
Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü ile
İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in Adana'daki buluşmaları tarihe "Adana mülakatı" adıyla geçmiştir.
İçel'in Yenice istasyonundaki bir vagonda, 30 Ocak - 1
Şubat 1943 tarihlerinde gerçekleştirilen görüşmelerde Churchill, müttefikler adına, ısrar etmek, hatta baskı yapmak için gelmişti Adana'ya... Bir
Balkan cephesi açılacak ve Türkiye o cephede, müttefiklerin safında savaşa girecekti. Müttefiklerin hesabı buydu. Ancak ısrarlar fayda etmeyecek, İsmet Paşa Türkiye'yi savaşa sokmayacaktı.
Eziyet çeken bir ruh
Churchill'in özel doktoru Lord Moran hatıralarında İnönü'yü "Eziyet çeken bir ruh" olarak niteler... Bir yanda savaşa girmemenin Türkiye'ye ödetebileceği bedeller, bir yanda da Türk insanlarının savaşta ölmelerinin düşüncesi, İnönü'yü eziyet çeken bir ruh haletine sokmuştur.
Evet... Türkiye savaşa girmez. Savaş bitince bu nedenle Sovyetler Türkiye'den hem Boğazlar'da üs, hem de
Kars ve
Ardahan kentlerini ister.
Demokrasiye geçilince de muhalefet İnönü'yü "Bizi savaşa sokmayıp hem erkekliğimizi öldürdün, hem de 12 Ada'yı Yunanistan'a kaptırdık" diye suçlar.
Özetle Başbakan Tayyip Erdoğan'a olaylara ve çeşitli konulardaki eleştirel tepkilere karşı daha sakin ve hoşgörülü yaklaşımlar sergilemesini
tavsiye ediyorum.
Anadolu insanını Nâzım Hikmet ne güzel anlatmış "Türk Köylüsü" şiirinde...
"Topraktan öğrenip/ kitapsız bilendir./ Hoca Nasreddin gibi ağlayan,/
Bayburtlu Zihni gibi gülendir./ Ferhad'dır/ Kerem'dir/ Ve Keloğlan'dır"
Hoca'dan
ders almak
Özellikle iktidar sahipleri Nasrettin Hoca'yı ağlamanın yanında gülmek konusunda da
model almalıdır.
Mesela Erdoğan Libya Krizi konusunda ne tür bir karar alırsa alsın, bu mutlaka eleştirilecektir.
Hatırlayın Nasrettin Hoca'nın oğlu ve eşeği ile yaptığı kısa yolculuğu.
Hoca eşeğe binmiş. Görenler "Yazık, küçücük oğlanı yürütüyor" demişler.
Hoca oğlunu eşeğe bindirmiş... Görenler "Yazık,
yaşlı başlı adam yürürken çocuk eşeğe binmiş" diye eleştirmişler.
İkisi de binmeyip, eşeğin arkasında yürümeye başlamışlar... Görenler "Bunların aklı yok, kendileri yürüyor eşeğe binen yok" diye eleştirmeye başlamışlar onları.
Sonunda Hoca ellerini açmış, "Ey Allah'ım! Halkın dilinden kurtulabilen var mı" diye mırıldanmış.