İçinde bulunduğumuz kutsal
Ramazan ayı,
iftar sofraları, pidesi ve Ramazan sohbetleri ile, oruç tutanlar kadar tutmayanların da yaşamlarını etkileyen, sosyal bir olgudur.
Ramazan ibadetin olduğu kadar, hoşgörünün de yoğunlaştığı bir aydır.
Bektaşi fıkraları en çok bu ayda hatırlanır ve anlatılır.
Herhalde siz de duymuşsunuzdur bu fıkrayı...
Bektaşi'ye "Baba erenler, Ramazan hakkında ne düşünüyorsun" diye sormuşlar.
Gülümsemiş,
cevap vermiş:
- Vallahi, iftara bir şey dediğim yok ama şu sahuru da öğleye alsalar daha iyi olurdu...
Aslında iftar ve sahur sofraları, Bektaşi
babalarından çok medyamızın yemek uzmanlarının zihinlerini işgal eder her yıl.
Ramazan ve sofralar
Oruç tutanlar neleri yerlerse kilo almazlar,
açlık hissetmezler, susamazlar benzeri soruların cevapları,
gazete ve televizyonlardaki Ramazan'a ilişkin köşelerin ve programların ana konularını oluşturuyor.
Geçen günlerden birinde de "
Fatih Sultan Mehmet'in en çok sevdiği yemek olan Mutancana" başlığı
altındaki bir videoya takıldım internette.
Bu "Mutancana" yemeğinin tarifini de buldum.
Koyun etini üzeri suyla kaplanan tencerede bir saat pişirecekmişsiniz.
İyice yumuşamış olan et tencereden çıkartılırmış. Onun suyuna tereyağında döndürülmüş kıyılmış soğanlar, kuru
üzüm, kuru
kayısı, kuru
incir ve kabuğu soyulmuş bademler atılıp, bir süre bunlar da pişirilirmiş.
Daha sonra da bekletilen pişmiş et de bu suya atılırmış ve kuru meyvelerle birlikte bir süre daha pişirilirmiş.
Bu meyveli eti "Keşkek"le yermiş Fatih Sultan Mehmet.
Domates ve patates yokmuş
Keşkek'in et suyunda ve etle birlikte pişirilip, sonra dibekte dövülen
buğday bulamacı olduğunu galiba hepimiz biliriz.
Acaba Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra, bu farklı mutfaktan kendisine sunulan hangi yemekleri sevmişti.
Acaba hiç lüfer ızgarayı, fasulye pilakisini, zeytinyağlı
yaprak sarmasını tatmış mıydı?
Bunu içeren bilgilere rastlayamadım.
Ama kesin bildiğim bir gerçek var.
Fatih İstanbul'u fethetti ama ne domatesin, ne patatesin, ne de
patlıcanın varlığından haberdardı.
Çünkü domates de patates de Amerika'nın fethi ile
Avrupa'ya ve sonra da bizim coğrafyamıza geldi.
Amerika'dan gelenler Domatesi ilk tadan Avrupalı, Meksika'yı işgal eden Portekizli Cortez olmuş. 1544'te de bir İtalyan botanik uzmanı domatesten "Altın
elma" diye söz eden bir
makale yazmış.
Demek o yıllarda Avrupa domatesi tanımış.
Domatesi
Osmanlı'ya tanıtan da Halep'te 1799-1825 arasında
İngiliz Konsolosu olan John Barker'miş.
Bu İngiliz domates tohumlarını Halep'te yetiştirmiş.
Patates de
İspanyol işgalciler tarafından İnka topraklarından alınıp, 1570'lerde Avrupa'ya getirilmiş.
Patlıcansız bir mutfak
Fatih'in tadını bilmediği diğer
sebze de patlıcan...
Patlıcan da dünyaya Çin ve Hindistan'dan yayılmış.
Osmanlı mutfağına girmesi Fatih'ten çok sonra olmuş.
Düşünün domatesin, patatesin ve patlıcanın olmadığı bir mutfağı ve sofrayı.
Fatih'in torunları olan bizler de Turgut Özal'dan sonra "Kiwi"yi tanımamış mıydık?
Nasrettin Hoca'ya "Hocam bu Ramazan bizden hoşnut mudur" diye sormuşlar.
Hoca da "Hoşnut olmasa her yıl 11 gün önce gelir miydi" diye cevap vermiş.
Ramazan'ın hepiniz ve hepimiz için huzurlu ve lezzetli geçmesini diliyorum.