Geçen ay
Afganistan'daki 135 bin kişilik
Amerikan ordusunun komutanı General McCrystal, Başkan Obama tarafından görevinden alındı. Bir gün sonra da bu göreve General
Petraeus atandı.
Televizyonda bu olayı gece programının gündemine getiren David Letterman'ın yorumu şöyleydi:
- Başkan Obama kızlarına alacağı köpeğin cinsini belirlemek için altı ay araştırma yaptı. Ama Afganistan komutanını bir günde belirledi.
Amerikan demokrasisi böyle bir şey... Siviller devlete de, orduya da böyle yaklaşabiliyorlar.
Bize gelince...
Tabii ki geleneklerimiz, devlete ve orduya bakışımız çok farklı.
Ama eskisinden farklı gelişmeler de var.
Örneğin "Kol kırılır, yen içinde kalır" anlayışı ordunun içindeki
yasa ve
kural dışı gelişmeler için de geçerliydi.
Osmanlı'yı, yeniçerilerin kazan kaldırıp
padişahları devirmelerini, sadrazamları katletmelerini bir kenara bırakalım. Hatta bunlara dur demek isteyen Padişah 2'nci Mahmud'un "Vaka-i Hayriye" ile Yeniçerileri yok etmesini de unutalım.
Ama daha sonra Abdülaziz'in devrilmesi ve bugüne kadar süren "Öldü mü öldürüldü mü" tartışmaları gelmedi mi?
Genç
subayların başlangıcı
Veya İttihat Terakki cuntası, süreci sil baştan canlandırmadı mı?
O dönemde subay kadrosu
gençleştirilmiş ve "Rejim"le birlikte olmayan eski subaylar
tasfiye edilmiştir.
Ama İttihat Terakki dönemi ve Enver Paşa'nın gençleştirme olayı yaşanmasaydı
Kurtuluş Savaşı'nın muzaffer genç
generalleri gündemde olabilirler miydi?
Cumhuriyet döneminde de böyle şeyler oldu.
2'nci
Menderes kabinesinin
Milli Savunma Bakanı
Seyfi Kurtbek'in eski
Seferberlik Dairesi Başkanı olduğunu, 1953'teki general
emekliliklerini ve Kurtbek'in genç subaylarla bir
darbe hazırlığında olduğu söylentilerinin onu istifaya zorlamasını artık hatırlamayalım mı?
İsterseniz "9 Subay Olayı"nı, 27
Mayıs darbesi ertesinde eski
Genelkurmay Başkanı
Org. Rüştü Erdelhun'un rütbelerinin alınıp er düzeyine indirilmesini de bir kenara bırakalım.
Eminsular ve sonrası
Darbeden üç ay sonra 3
Ağustos 1960 günü, "Milli Birlik Komitesi" adı verilen cunta 235 generali ve 5000'e yakın subayı emekliye sevk etti. Bunlara EMİNSU'lar denildi.
Daha sonra da Milli Birlik Komitesi kendi içinde tasfiyeye gitti ve aralarında
Albay Türkeş'in de bulunduğu "14 Subay" emekli edilip yurtdışına sürgüne gönderildiler.
Talat Aydemir'in darbe girişimlerini, Faruk Gürler'in Cumhurbaşkanı adayı olmasını zorlayan ordu içindeki yapılanmayı falan da bırakalım bir kenara. "12 Martçılar"ın karşısındaki "9 Martçılar"ı da hatırlamayalım.
Hatta isterseniz 1997'deki 28 Şubat'ın "
Batı Çalışma Grubu"nu da unutalım.
Sonuçta meşru hükümetleri devirmek,
muhtıra vermek,
sivilleri
hedef gösterip andıç yazmak, gazetelere emir verip yazarları susturmak, ortak
manşetler attırmak ordunun "İç mesele"siydi.
Ömür biter yol bitmez
YAŞ'larda bunları yapanlar cezalandırılmaz, terfileri önlenmezdi.
Şimdi yeni bir durum var.
Darbenin provasını yapmak bile sivil yargı önüne götürülüyor.
"Bu yeni durum iyi mi kötü mü" konulu tartışmalar sürecek.
Varsayalım ki şu anda
CHP iktidardaydı.
Acaba "
Balyoz Dosyası" görmezden mi gelinirdi bir CHP iktidarında?
Ben de kimsenin gözaltına alınmasından, tutuklanmasından, cezaevinde ömrünü geçirmesinden yana değilim açıkçası.
Yani bir geçiş döneminde yaşamak kolay değil...
Cuntacılık bile suç fiili oluşturuyor içine girilen bu yeni dönemde...