Dün televizyon ekranları adeta ikiye bölünmüştü, bir yanda
faili meçhul cinayetler kapsamında
tutuklu bulunan eski
Özel Harekât Polisi Ayhan Çarkın’ın, 1995’ten bu yana kendisinden haber alınamayan MİT’çi
Tarık Ümit’in gömüldüğünü öne sürdüğü yeri göstermek için Silivri’ye gidişi; diğer yanda kamuoyunda ‘soykırımı inkâr
yasası’ olarak bilinen ve 1915 olaylarıyla ilgili
Ermeni iddialarının reddedilmesini suç sayan yasa
teklifinin
Fransız Ulusal Meclisi’nde görüşülmesi...
Ekranların yarısında Fransızlara köpürürken, diğer yarısında
Susurluk çetesi içindeki menfaat ayrılıkları sonucu çıkan iç harp nedeniyle boğularak öldürülen bir MİT mensubunun bilinmeyen mezarını arıyorduk...
***
Hâlbuki...
Vikipedi, ‘Ermeni kırımı’ başlığıyla şunları vurguluyor:
‘
Osmanlı İmparatorluğu’nun İttihat ve Terakki iktidarı döneminde I. Dünya Savaşı esnasında Ermeni tebaasına karşı
sürgün yoluyla gerçekleştirilen etnik
temizlik olarak kabul edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin devlet yönetimi tarafından kasıtlı ve emirler dâhilinde öldürüldüğü ve bu sebeple olayların ilk
modern soykırımlardan biri olduğu iddiaları yanında olayları sadece Ermeni-Türk çatışması olarak değerlendiren v
e devlet duruşunun bu yönde olmadığını ileri süren iddialar da mevcuttur.’
Aslında Susurluk da Ermeni kırımı gibi İttihat ve Terakki zihniyetinin ürünüydü.
Ama biz gerçeklerle nihai bir şekilde yüzleşemiyor, kendimizi derinlemesine eleştirmek yerine başkalarına kızıyoruz. Yüzleşemediğimiz için dün Fransız Parlamentosu’na kilitlenip kaldık. Sarkozy’nin
Nisan ayındaki
ucuz seçim malzemesinin mezesi olduk. Toplumlar kendileriyle yüzleşecek gücü ve cesareti bulamayınca başkasının oyuncağı oluyor...
***
Bir tartışmanın önünü yasayla kesmek, ne demokrasiyle ne de fikir özgürlüğüyle bağdaşır.
Bu nedenle
Fransa’da olup biteni bir iç
siyaset şarlatanlığı olarak algılıyorum.
Ancak yasanın geçmesi için militanca uğraşan Fransız Parlamentosu’nun onda biri kadar milletvekilinin yasa taslağını dayandırdığı hukuki zemini de küçümsememek lazım.
Yasa teklifi, AB Konseyi’nin 28
Kasım 2008 tarihli ‘
ırkçılık ve
yabancı düşmanlığının çeşitli tezahürlerine karşı ceza hukuku yoluyla mücadele edilmesi’ hakkındaki ‘çerçeve kararı’na atıf yapıyor. ‘Çerçeve kararı’nın birinci maddesinde bütün üye devletler ‘soykırım suçlarının’ övülmesi, inkârı ya da küçümsenmesinin cezalandırılması için gerekli tedbirleri almaya çağırılmakta... Ermeni soykırımının inkârı böylece ırkçılıkla ilişkilendirilmiş oluyor.
Fransa, 2001’de, Ermeni soykırımını resmen tanıdığı için ‘inkârının cezalandırılması’ hususu da ‘Fransa’nın AB’ye uyumu’ çerçevesinde teklif ediliyor. Bu nedenle tasarının senatodan geçme ihtimali yüksek. Ayrıca, yasanın
AİHM normlarına da uygun olacağı, çünkü
Avrupa hukukunun nefret suçlarında düşünceyi kısıtlayabileceği ön kabulü var. Nitekim
Yahudi soykırımının inkârının suç sayılmasını öngören yasanın iptaline yönelik AİHM’e açılan bir davada,
mahkeme yasayı onaylayan bir karar vermiş.
Ayrıca... Biz yasa tasarısına tepkiliyiz ama kendimiz de ‘Emeni soykırımı’ lafının önüne anında ‘sözde’ sıfatını yerleştirerek tartışmayı dolaylı şekilde engelliyoruz.
Hâlbuki...
Türkiye, iç hastalıklarından, mikroplarından, virüslerinden ancak arınarak güçlenebilir.
1915’i özgürce, devlet tezlerinden bağımsız bir şekilde tartışabilsek, oy avcılığı peşindeki Fransa siyasetinin oyuncağı olmayacaktık; Susurluk gibi hala gün ışığına çıkarılamayan bir skandal da muhtemelen yaşanmayacaktı...
Çünkü İttihat ve Terakki zihniyeti devletten koparılıp atılmış olacaktı...
***
Menfaat şebekelerinin iç kavgaya düşmesi sonucu MİT mensubu Tarık Ümit’i boğarak öldürmek ve cesedini kaybetmek ile 1915 dramının birbiriyle derin bir bağlantısı var.
Bunlardan arınmadıkça, her yıl belirli dönemlerde dış dünyaya köpürerek kızacak ve Susurluk’u aydınlatamayacağız...
Dün yaşananlar maalesef bu sonucu netleştiriyordu...