Sabah uyandım, gün ışımıştı...
Camı açtım, hem Leman Gölü’ne, hem de Alp Dağları’nın zirvesine, Mont Blanc’a uzun uzun baktım...
Cenevre’deyim... Dünya
Ticaret Örgütü (DTÖ) 8’inci Bakanlar
Konferansı’na katılmak üzere buraya gelen ve daha konferans başlamadan ikili görüşme maratonuna başlayan
Ekonomi Bakanı Zafer
Çağlayan ile beraberiz...
***
Zafer Çağlayan, DTÖ’nün önemini şöyle popülerleştiriyor:
“Ekonomi jargonunda DTÖ, barındırdığı ticarete ilişkin kurallar sayesinde, ülkelerin neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğini söyleyebilen bir ‘küresel polis’ olarak tanımlanmaktadır. Nitekim son
ekonomik krizde oynadığı etkin rol sonucunda DTÖ, korumacılıkla mücadele denildiğinde akla ilk gelen kuruluş haline gelmiştir. DTÖ’nün girişimleri, uluslararası ticaretin daha fazla yara almasına engel olmuştur. DTÖ’nün önderliğinde sağlanan bu güven ortamında, küresel ticaret hacminde, 1950’lerden bu yana görülen en yüksek rakama karşılık gelen yüzde 14,5’lik artış sağlanmıştır.”
Daha önce AB’yi proje olarak değerlendiren, CERN’deki çağın araştırmalarına kurumsal
demir atan Bilfen Eğitim Kurumları öğrencileri, burada DTÖ toplantısı öncesi dünyadaki eşitsizlikleri konu alan etkileyici bir sunum yaptılar.
Türkiye kamuoyunun DTÖ’yü yeterince izlemediğinden boş yere yakınmıyorum, örneğin Rusya’nın DTÖ’ye yakında üye olacak olması New-York Times’da başyazı olurken, bizde kimse dönüp bakmadı bile...
Hâlbuki Rusya’nın üyeliği hem dün başlayan Bakanlar Konferansı’nın en güncel gündemi, hem de tüm dünya dengelerini değiştirecek bir gelişme... Buna rağmen, Ekonomi Bakanı Çağlayan’ın da katıldığı sekizinci
sınıf öğrencilerinin bu sunumu beni çok sevindirdiği gibi, dünyaya
bakan genç bir yüz ile rastlaşmak da umutlandırdı...
***
Sabahleyin hem Türk gazetelerini hem de dünya gazetelerini taradım...
İsviçre gazetelerinden birinde DTÖ Başkanı Pascal Lemy ile yapılan uzun bir röportaja rastladım. Pascal Lemy, 8’inci Bakanlar Toplantısı’nın bir pazarlık ya da kriz toplantısı olmadığını, gelecek iki yılı belirlemeye yönelik olduğunu söylüyor. Kriz nedeniyle siyasete ilkelerin ve çağın gerekleri yerine sokağın hâkim olduğunu da hatırlatıyor.
***
Uzaktan Türk gazetelerine bakınca iki konunun öne çıktığını gördüm.
Televizyonlardaki
reyting ölçümlerindeki şaibe iddiaları ve
Susurluk soruşturmasında çarpıcı
mahkeme kararı...
Hatırlayacaksınız, 1992-1994 arasında, ‘Susurluk çetesi’ tarafından işlenen
faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak, eski özel harekât polisi ve Susurluk hükümlüsü Ayhan Çarkın’ın insanın kanını donduran itirafları doğrultusunda başlayan soruşturma genişleyerek devam ediyordu... Soruşturmada kısa süre önce de MİT eski Kontraterör Dairesi Başkanı
Mehmet Eymür ile MİT eski Dış Operasyonlar Daire Başkanı
Yavuz Ataç ifade verdi.
Gel gör ki
Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi üyesi
Hâkim Hakan
Oruç, 13 Aralık’ta 30 günde bir
tutuklu dosyalar üzerinde yapılması zorunlu olan rutin incelemeyi gerçekleştirirken, 12 Ağustos’tan bu yana tutuklu bulunan eski özel harekâtçılar Akça,
Şahin, Lap, Ulu, Özkan ve
Demirel ile 11 Ekim’de tutuklanan Şahin’in tahliyesine karar vermiş... Tahliyelere gerekçe olarak, Çarkın’ın faili meçhul cinayetlere ilişkin soyut iddiaları dışında başkaca bir
delil bulunmadığını gerekçe göstermiş...
***
Cenevre’de Dünya Ticaret Örgütü’nün 8’inci Bakanlar Toplantısı’ndayım...
Ama Türkiye’yi de izliyorum... Televizyonlardaki reyting ölçümlerindeki
şike şüphesi, Susurluk’taki faili meçhul cinayetlerin reytingini acaba unutturur mu diye de endişeleniyorum... Eğer televizyon reytingi ölçümlerinde şüphelenildiği gibi bir şike var ise bilin ki bu Susurluk çetesinin faili meçhul cinayetlerinin bugüne kadar örtülü kalması ile çok bağlantılı...
Faili meçhulün olduğu yerde şikecilik de olur, ölçümde sahtecilik de...
Susurluk’taki faili meçhullerin toplumsal reytingi asla düşmemeli; bizlerin dikkati televizyon reytingi ölçümlerine dönmüş iken, birileri de faili meçhulün reytingini çekip almak istemekte...