Gece yoldaydım... Haberlerden
Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği “Bal” filminin, dünyanın en prestijli festivallerinden
Berlin Film Festivali’nde büyük
ödülü kazandığını duydum.
Ayrıca Ekümenik Jüri Ödülü de Bal’ın olmuştu.
Türkiye’nin yeryüzünde ödüllendirilmesi benim ülkeye olan güvenimi artırır, bizi yoran günlük siyasal sığ bataklıktan sıyrılmamız halinde kanatlanıp uçacağımıza olan inancımı pekiştirir.
Orhan Pamuk’tan Semih Kaplanoğlu’na gittikçe genişleyen parantezdeki uluslararası başarılar, hiç kaybetmememiz gereken iyimserlik ve sevinç dopingini biraz daha tetikler.
Varoluş nedenini sürekli bir sanatsal çabaya, onu da bir
yaşam başarısına ulaştıran Semih Kaplanoğlu’nun ödülü, diğerleri gibi beni çok mutlu etti.
***
“Ormanın çocuk tarafından metaforik algılanışı; özellikle tuhaf sesler, karanlık ve sebebi tam olarak bilinemeyen kıpırtı ve hareketlenmeler, sürtünme ve hışırtılar...
Vahşi ormanda gece. Solgun bir ay ışığının ıslak
ağaç gövdelerinde ve yapraklarda yarattığı yansımalar, vahşi hayvanların uğultu ve çığlıkları, gece kuşları, aniden çıkan
rüzgar, yıldızlar ve bir çocuğun korkularından kurtuluşu.
Yüksek ağaçların üzerinde unutulmuş el yapımı kovanlar. Ve aniden ortaya çıkan ve her biri bir azize benzeyen balcılar.”
“Bal” filminde, yönetmeni
tahrik eden en önemli sinematografik unsurun
doğanın bir çocuğun gözünden ele alınması olsa da, filmde “insan-
toplum-doğa” üçgeninin
Rize Çamlıhemşin’deki bal üreticileri üzerinden derin bir felsefi sorgulamadan geçtiği malum...
***
Türk sinemasının bundan 46 yıl önce uluslararası arenada kazandığı ilk ödül de “Susuz Yaz “ filmiyle Altın Ayı olmuştu.
“Susuz Yaz”,
Necati Cumalı’nın bir zamanlar avukatlık yaptığı İzmir’in
Urla ilçesinin Bademler köyündeki gözlemlerinden doğan öyküsüyle, su ve
arazi anlaşmazlıkları teması etrafında Ege’nin sosyoekonomik ilişkilerini yansıtır.
Film, DNA’larına faşizm zerk edilmiş olan idari anlayışın
sansür engeline takılmış, bu nedenle de ilk gösterimi Haziran 1964’te Berlin Film Festivali’nde yapılabilmişti...
Türk sinemasını ilk kez uluslararası arenaya taşıyan “Altın Ayı” ödüllü yönetmenimiz
Metin Erksan, filmin ismini değiştirerek “Susuz Yazı” Berlin Film Festivali’nde yarışmaya sokmuştu.
Altın Ayı’yı kazanıp Avrupa’da büyük sükse yapınca devlet bu kez filme itibarını iade etme kararı vermişti.
Susuz Yaz’dan Bal’a geldik ama hala 35 bin köyümüzün dörtte birinde sağlıklı ve yeterli içme suyu yok.
***
Zihnim suda taş sektirir gibi zıplaya zıplaya Mahmut Makal’ın aslında Türkiye gerçeğini görmek isteyen herkesin okuması gereken “Bizim Köy” kitabına geldi...
Mahmut Makal, 1947’de İvriz Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra 6 yıl köy öğretmenliği yaptı.
“Bizim Köy”, 1950’lerdeki
öğretmenlik yıllarındaki gözlemlerini yansıtır...
Ne var ki Mahmut Makal, Köy Edebiyatı akımının başlangıcı olarak anılan bu kitap nedeni ile tutuklanıp bir süre cezaevinde kaldı.
Köy insanının hastalıktan kırıldığını, kışın donarak öldüğünü, bitlerden dolayı hastalandığını, çıkan mahsulünü satamadığını, açlıktan sefaletten bir bir döküldüğünü açıkça ortaya çıkarmak, Türk faşizminin gözünde büyük günahtı...
Makal’ın anlattığı, Nurgüz köyünün bundan altmış yıl önceki halinin
siyah-beyaz bir resmidir...
***
Mahmut Makal’ın 1950’lerdeki İç Anadolu’daki köyü...
Necati Cumalı’nın 1945 ila 1957 yılları arasında avukatlık yaptığı Ege ve 1962 yılında “Susuz Yaz” adlı öykü kitabında anlattığı gözlemleri...
Ve Semih Kaplanoğlu’nun Rize Çamlıhemşin’de çekilen Bal’ı...
Değişen ve değişmeyen nedir?
Değişmeyen arka planda hala sere serpe yatan köylülüğümüz.
Değişen ise...
Sosyoekonomik Türkiye gerçeğindeki insanı anlatan senaryodan, insan-doğa-toplum üçgeninde yaşamın manasını arayan bir yeni senaryoya ulaşmamız...
***
Uhrevi ve dünyevi kesişme noktasındaki “insanı” sorgulasak da, Bademler’den Nurgüz’e, Nurgüz’den Çamlıhemşin’e bu toprakları köylülükten kurtarıp, kentten bunalan insanın yeni “mana” arayışını sağduyuyla cevaplayan toplumsal bir düzeye zıplatamadık...
Belki Kaplanoğlu’nun olağanüstü görsel bir atmosferde ağır akan filmi bu zafiyetin giderileceği umudunun ilk sis düdüğüdür...
Toplumsal organizmalarda sislerin dağılması kolay gerçekleşmese de umut umuttur...
Üstelik bu topraklara 46 yıl sonra yeniden “Altın Ayı”yı getirmişse, güçlü bir umuttur..