Önceki gece Aydın
Menderes’in
ölüm haberini alınca, geçmişe,
Adnan Menderes’den
Aydın Menderes’e uzanan anılara geri döndüm…
27
Mayıs Darbesi olduğunda, Ankara’dan
İstanbul’a yeni göç etmiştik, ilkokula yeni başlıyordum, Caddebostan’da Yıldız Sokak’ta oturuyorduk… Komşularımızdan biri de Sadun Bora idi…
Benim çocuk anılarımda hareketli ve güneşli bir gün olarak kalan
27 Mayıs, 14 yaşındaki Aydın Menderes için bir kâbus, etkisi bir daha hiç silinmeyecek çok hazin bir sarsıntının ilk durağı olacaktı…
***
27 Mayıs Darbesi’nin ve dolayısıyla Menderes Ailesi’nin başına gelen trajedinin dolaylı bir tomografisini, ancak on dokuz yıl sonra Fransa’da doktora tezim sırasında çektim…
Gördüm ki bizim gibi az gelişmiş NATO üyesi ülkelerde ordular dışarıdan gelen talimatlarla
darbe yapıyor ve bu darbenin nedenleri sanıldığı gibi iç
politika değil,
dış politika oluyor…
Tespitlerimi eski başbakan ve dışişleri bakanları Süleyman
Demirel,
Bülent Ecevit,
İhsan Sabri Çağlıyangil, Hasan Esat
Işık ve Gündüz Ökçün ile de tartışarak olgunlaştırıp pekiştirdim…
Sonra da ‘Süperler ve
Türkiye’ ile ‘Darbelerin Ekonomisi’ adlı kitaplarımda da anlattım…
***
Talihsiz ve kadersiz Aydın Menderes ile ilk temasım ise 1990’ların başlarında, 2.
Cumhuriyet tezini ortaya attıktan sonra oldu.
Reha Muhtar, TRT’de beni ve Uğur Mumcu’yu konunun tarafı ve karşıtı olarak karşı karşıya getirmiş, basın da bu tartışmaya büyük ilgi göstermişti…
Program sonrası Aydın Menderes’den tezlerimi destekleyen, övücü bir
mektup aldım… Aydın Menderes’in Büyük Değişim Partisi süreciydi…
Gayrettepe’de bir büroda da buluşup, uzunca bir süre ahbaplık ettiğimizi anımsıyorum…
***
Şimdi içim burkularak hatırladığım bir diğer anım, Aydın Menderes ve büyük bir özveriyle hep yanında duran eşi ile birlikte Turgut Özal’ın cenaze törenine katılmamızdır...
Mahşeri bir kalabalığın katıldığı uzun yürüyüşü ve Özal’ın defnedilişini beraber yaşadık… O yürüyüşte, 27 Mayıs ve
Yassıada sürecinde Adnan Menderes ile
Celal Bayar ilişkilerini de kendisine sorduğumu hatırlıyorum…
Ne garip tecelli ki şimdi bugün Aydın Menderes’i de hem babasının başucuna, hem de Turgut Bey’in hemen yakınına defnedeceğiz…
***
1995 yılında
Refah Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilen Menderes, 1996’da partinin genel başkan yardımcılığına getirildi…
Eğer o talihsiz
kazayı geçirmese, muhtemelen ‘muhafazakâr-demokrat’ terkibin uygulanmasını ilk deneyen siyasetçi olacaktı…
Kaza bunu engelledi, Refah Partisi, muhafazakârlaşma-
demokratikleşme dengesini tutturamadı, dış politikada da Ortadoğu’nun
Müslüman diktatörlüklerine doğru fazlasıyla savruldu, süreç 28
Şubat ile sonuçlandı…
***
Kaza ertesinde, Aydın Menderes ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde çekilen bir televizyon programına beraberce katılmıştık. Kazadan sonra ilk kez görüyordum…
Başına gelenleri bir sfenks heykeli gibi yakınmadan taşımaya devam ediyordu…
***
Epeydir görüşemiyorduk…
Ama…
Aydın Beyi izliyor, kritik anlardaki çıkışlarını dikkate alıyordum…
Peşinde çok koşup, nedense bereketini hala yaşayamadığımız
referandum sürecinde de önemli bir rol oynadı…
***
Önceki gece ölüm haberini aldım…
Son Menderes de aramızdan ayrıldı…
Menderes Ailesi’nin hikâyesi bir Türkiye hikâyesidir…
Hepimizin ortak yaşamıdır...
Yüz yıllık yakın tarihimizdir…
Asılmış başbakanlar, askeri ve
sivil diktatörlükler istemiyoruz...
İnsanın özgürlüğüne ve
refahına saygılı, yönetilenleri
egemen kılacak, ‘yeni ve demokratik bir cumhuriyet’ istiyoruz...
Ne var ki sırf bireysel anılarım bile bunun çok yakın ve kolay olmadığını söylemekte...
***
Başta,
dayanışma ruhunu ve özenini hep hayranlıkla izlediğim eşi olmak üzere, Aydın Menderes’in tüm ailesine, yakınlarına ve tüm Türkiye’ye baş sağlığı diliyorum…
Allah rahmet eylesin…