Şifre, Türkçeye Fransızcadan girmiş bir kelime...
“Başkalarının anlayamayacağı biçimde düzenlenmiş, gizli
haberleşmeye yarar işaretler dizgesi” demek.
Türkiye birkaç gündür “şifre” ile yatıp, “şifre” ile kalkıyor...
Çünkü
Yükseköğretime Geçiş
Sınavı (YGS) için gündeme gelen şifreli sorular Türkiye’yi sarstı.
Başta 1 milyon 700 bin
genç olmak üzere herkes geçtiğimiz yıl yaşanan
KPSS skandalını hatırladı. Çünkü orada da “gizli haberleşme” bağlamında soruların çalındığı ortaya çıkmıştı.
***
Artvin’den ortaya atılan “şifre” iddiasının hemen ardından şifrecilikte büyük bir uzmanlaşmanın geliştiği anlaşılmakta:
“Küçükten büyüğe sıralanıp, soruyla üst üste konulduğunda ‘çakışan şık’ doğru
cevap çıkıyor.
Küçükten büyüğe sıralandığında çakışan iki şık varsa,
küçük olan doğru cevabı veriyor.
Hepsinin çakıştığı beş soruda ise cevap ilk çakışan, yani ‘a’ oluyor. Harf kullanılan (a, b, c gibi) üç soruda, alfabetik sıraya göre şıklar diziliyor; çakışan şık doğru cevabı veriyor. ‘x, y, z’li üç soruda ise ‘x’ değişken yerine 1 yazılıp işlem yapılınca, küçükten büyüğe kuralı işliyor...”
***
Dün sabah televizyonu açtığımda
ÖSYM Başkanı Prof. Dr.
Ali Demir, kameraların karşısına geçmiş çırpınıyordu... Prof. Demir, 27
Mart Pazar günü gerçekleştirilen YGS’de, hiçbir
adayı haksız bir şekilde diğerinin önüne geçirecek herhangi bir uygulamanın asla oluşmadığı konusunda kamuoyunu iknaya uğraşıyordu... Kısacası açıklamaya göre “kimse kimseyle şifreleşmemişti”...
***
Türkiye bir “şifreleşme” toplumu...
Din üzerinden, ırk üzerinden, mezhep üzerinden, ideoloji üzerinden, dindarlık üzerinden,
laiklik üzerinden, Kemalizm üzerinden, cemaat üzerinden, partizanlık üzerinden, meslekler üzerinden ve aklınıza gelen her şey üzerinden herkes sabahtan akşama kadar şifreleşerek ön almaya çalışıyor...
Hakkaniyetin, adaletin, vicdanın ve liyakatin şifresi olmadığı için, şifreleşerek hak etmediğine el uzatmanın egemenliğindeki bu topraklarda geçerlilikleri yok...
***
İlk olarak,
teknik açıdan, ÖSYM Başkanı’nın açıklaması ve çabası, başta 1 milyon 700 bin genç ve aileleri olmak üzere genel kuşkuları pek gidermiş gözükmüyor... Kamuoyunun da merak ettiği şu sorular ortalıkta dolaşmaya devam ediyor:
“Neden basına dağıtılan
kitapçıkta şifreli çözüm yer aldı, bu şifreye neden gerek duyuldu?
Sınav sonuçlarına göre ilk bine giren adayların kitapçıklarının bağımsız bir kurul tarafından incelenmesine izin verir misiniz?
Soru ve yanıtları birbirinin tıpatıp aynı olan iki kitapçık var mı?
Her aday için tamamen ayrı kitapçık basmak teknik olarak mümkün mü? Bu mümkün ise ne kadar zamanda, hangi teknik ve program ile bu gerçekleştirildi?
Kitapçıkların üzerinde adayların fotoğraflarının ve isimlerinin olması, hangi adaya hangi kitapçığın verileceğinin önceden bilinmesi,
kopya ihtimalini güçlendirmez mi?
Kızların, ‘Pozitif ayrımcılıkla’ tek bir okulda sınava girmeleri için sisteme müdahale edilebiliyorsa; (varsa) şifreli kitapçıkların da önceden belirlenen kişilere dağıtılması için sisteme müdahale edilmiş olamaz mı?
KPSS’deki kopya skandalının dokuz aydan beri ortaya çıkarılmamış olması yeni kopya skandallarına fırsat tanımıyor mu?
Basına dağıtılan kitapçıkta, matematik soruları için geçerli olan şifre gibi diğer bölümlerin de bir şifresi var mı?
Kitapçıkta böyle bir şifrenin yer aldığını ÖSYM yönetiminde kimler biliyor?”
***
Peki bu güvensizlik ortamı nasıl giderilir?
Bizim toplumumuz açısından bu sorunu gidermek hiç de kolay değil. Öncelikle özgüvenin gelişmesi gerekir.
Özgüven gelişsin ki kimse rekabetten korkmasın... Liyakat öne çıksın...
Bu da çalışanların yüzde 60’ının mesleksiz olduğu, ortalama okul yılının yediyi bulmadığı Türkiye’de şimdilik Kaf Dağı’nın ardında...
O zaman gelsin “şifrecilik” ve “şifreleşme”...
Sanırım, üniversiteye giriş sınavında kimsenin kimseyle “şifreleşmediğini” ispat etmek isteniyor ise sınavı yenilemek gerekecek... Herkesin “şifreleşmeye” iman ettiği Türkiye’de, bir şaibe ertesinde tersini ispat çok zor çünkü...