“
Osmanlı sonrası İslâm dünyasının yaşadığı büyük travmanın yıkıcı etkilerinden biri de,
Müslümanlardaki bu zengin
kentlilik kültürünün silindiği bir yozlaşma sürecinin doğması ve bunun kalıcı bir hal almasıdır.
Bu durum, her alanda ama bilhassa dinî zihniyette hoyratlığa kadar varan bir
yıkım doğurmuştur.
Kabul etmemiz gerekir ki günümüzde hemen bütün İslâm toplumları bir kent ahlâkı ve kentlilik bilinci oluşturmada çok ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.”
Bu tespitler,
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın, 2
Ekim tarihli Zaman Gazetesi’nde, “Kentlilik ahlâkı: ‘Kent dindarlığı’ müzakerelerine bir katkı” başlıklı yazısında yer alıyordu.
***
Hz. Muhammed’in şehirde doğup...
Tam bir “şehirli” olarak yaşaması...
Şehirde vahiy alıp,
peygamber olması...
Ve nihayet şehirde hayata gözlerini yumması...
İslam, ilk vahiyden son vahiye kadar kentte gelişip tamamlanmasına rağmen, bugün İslâm toplumları bir kent ahlâkı ve kentlilik bilinci oluşturmada neden çok ciddi sıkıntılar yaşıyor?
Bunun cevabı
Perşembe günü İstanbul’da yapılan ve nedense çok fazla ilgi çekmeyen iki günlük
İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısında saklıydı.
Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 22’sini oluşturan İslam ülkelerinin 2009 yılı itibarıyla dünya
üretiminden aldıkları payın sadece yüzde 7 civarında olduğu hatırlanınca, sorunun cevabı netleşiyor.
Nüfus, dünya nüfusunun yüzde 22’si...
Ama üretim dünya üretiminin sadece ve sadece yüzde 7’si...
Zaten...
Ekonomik bir dopinge olan ihtiyaç daha da somutlaştığı için, bir buçuk milyar nüfus ve 6,3 trilyon dolarlık
ekonomik büyüklüğe sahip 57 İslam ülkesi, “serbest ticaret” için İstanbul’da bir araya geldi.
İslam âlemi de ticaretin serbestleştirilmesi, verimliliğin artırılması, dengeli bir ekonominin oluşturulması ve teknoloji transferi gibi konuların çözülmesinin çok elzem olduğunun farkında.
İslam coğrafyasında köklü bir saltanat süren
yoksulluk, sadece “kent dindarlığının” önünü kesmekle kalmıyor, Müslüman ülkelerdeki devam eden savaşlar, şiddet olayları,
doğal afetler ve yoksulluğun daha da artmasına yol açıyor...
***
Prof. Dr Mustafa Çağrıcı’nın yazısına dönelim:
“Günümüz Müslüman toplumları, artık yakın tarihin üstüne yıktığı enkazın altından kalkmayı başarmalı,
zihin ve duygu dünyasını yeniden harekete geçirerek, bir yandan öz kültürüyle kopardığı bağı yeniden kurarken, diğer yandan çağdaş dünyanın ürettiği değerler içindeki ihtiyaç duyduğu ‘yitik mal’ı yeniden keşfedip alma irfanını göstermelidir.
Bu silkiniş, Müslümanların öz kültürleriyle çağdaş insanlık kültürünü buluşturan yeni bir ‘İslâm kenti’ konsepti oluşturmaları için gereklidir.
‘Medine’nin medeni insanı’nı, İslâm’ın yüce değerleri ve insanlığın ‘hikmet-i hâlide’si (ölümsüz hikmet) ile donanmış çağdaş Müslüman insanı inşa etmek ancak böyle bir kentlilik bilinci ve kültürünün geliştirilmesiyle mümkündür.
Köyünde kaldığı sürece mahalline uygun olan ama kente taşındığında bedeniyle-ruhuyla kenti çökertmekten başka bir işe yaramadığını ağır sonuçlarıyla gördüğümüz köy kültürüyle, yüksek bir İslâm kentini üretecek bir evrensel/
model insan inşasının mümkün olmadığını son 50-60 yıllık tecrübelerimizle ayan beyan gördük.”
***
“Kent Dindarlığı” aranışında...
Felsefi ve sosyo-ekonomik zeminde gelen “
fetva” sinyalleri ışığında sorulması gereken soru ve aranması gereken çözümün özünde, ABD’nin tek başına 57 Müslüman ülkenin toplamından iki buçuk misli daha fazla ekonomik değer yaratması gerçeği de var.
“Kent dindarlığı”, sosyo-ekonomik
kalkınma ve gelişmenin bir türevi, doğal bir sonucu...
Bunun başarılması için konunun bu bağlamda çok daha fazla tartışılması gerekmiyor mu?