Şimdi büyük felaketlerle uğraşan
Japonya, dünyanın en büyük üç ekonomisi içinde yer alıyor...
Çok yakın zamana kadar ikinci sıradaydı,
burun farkıyla Çin’e geçildi.
Bu yerkürede yaşayan yedi milyar insanın yuvarlak
hesap bir yıl içinde ürettiği 55 trilyon doların onda birini Japonya tek başına üretiyor.
Bizim bu ülkeye toplam ihracatımız ise sadece ve sadece 250 milyon dolar, devede
kulak bile değil...
Düşünün ki kan ter içinde yıllarca uğraşıp Japonya’ya greyfurdu bile çok yeni satabildik...
Neden?
Çünkü Japonya doğru dürüst bir devlet ve vatandaşının yiyip içtiğine son derece özen gösteriyor... Onlar için “
gıda güvenliği” yaşamın özü gibi...
Kıyaslama için hatırlatayım; bizim geçenlerde on iki ton “virüslü eti”
hamburger olarak yediğimiz resmen ortaya çıktı ama kimse yadırgamadı...
Galiba virüsü de “protein” olarak algıladık...
İnsan canına kast eden böyle bir skandal, Japonya’da mevcut faciaya yakın çalkantı çıkarırdı...
***
Geçen yıl müzakereye açtığımız “
Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve
Bitki Sağlığı” faslının açılış kriterlerinden birisini de
Türkiye’deki gıda
işletmelerinin AB mevzuatına göre sınıflandırılması oluşturuyordu.
Türkiye, AB müktesebatına uyum amacıyla geçen yıl yeni gıda kanunu çıkardı.
Uyum çalışmaları çerçevesinde, önce gıda işletmelerinin mevcut durumu belirlendi ve bu işletmelerin AB’ye uyumu için izlenecek yol haritaları oluşturuldu.
Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı, bu kapsamda, öncelikle gıda
üretim yerlerinin gerçek sayısını belirlemeye yönelik çalışma yaptı.
Çalışmalar sonucunda beş-altı yıl öncesine kadar 20 binler civarında olduğu ifade edilen gıda üretim yerlerinin gerçek sayısının 53 bin civarında olduğu ortaya çıktı.
Bu bile ne halde bulunduğumuzu zaten yeterince anlatmakta...
***
Öte yandan Bakanlık, geçen yıl çıkarılan yeni gıda kanunu çerçevesinde, gıda işletmelerinin
kayıt ve onay işlemlerine yönelik usul ve esasları belirlemek üzere yönetmelik hazırladı.
Yönetmelik uyarınca, gıda üreticileri,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan onay veya kayıt alacak.
Onay kapsamında bulunan işletmelerin AB’nin istediği
hijyen şartlarını, kayıt kapsamında bulunan işletmelerin ise genel hijyen şartlarını yerine getirmesi gerekiyor.
Yönetmelik ile AB mevzuatına uygun olarak öncelikle gıda işletmeleri sınıflandırıldı ve “onay” zorunluluğu bulunan işletmeler, “et ürünleri, süt ürünleri, su ürünleri ve hayvansal yan ürünler” üreten işletmeler olmak üzere dört gruba ayrıldı.
***
Sonra ne oldu?
Bakanlığın belirlemelerine göre, Türkiye’de onaya tabi, hayvansal kaynaklı gıda üreten veya işleyen 5 bin 619 işletme olduğu ortaya çıktı.
Bu işletmelerin 476’sı halen onay şartlarını taşıyor, yani AB mevzuatına uyumlu.
Yanlış okumadınız, 73 milyon nüfuslu Türkiye’de, hayvansal kaynaklı gıda üreten AB standartlarına uyumlu yalnızca 476 işletme var...
Ancak, gerekli yatırımları yaparsa, 3 bin 115 işletmenin AB şartlarına iki yıl içinde uyum sağlayacağı tahmin ediliyor.
İşletmelerin AB mevzuatına uygun hale getirilmesi için ise 2 milyar 102 milyon 875 bin euro’luk kaynak gerekiyor.
***
Bu
tatil günü “gıda güvenliği” nereden mi çıktı?
Çünkü AB sürecini bir iki liderin tıkadığına dikkat çeken
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “bu sabrımız nereye kadar gider bilemem” uyarısında bulunduğunu, ardından da “gelişmelere göre kendimizi kantara çıkaracağız, artık ilerleyen bir Türkiye var. AB kurumlarının karşılılıkları bizde de var. Er veya geç Türkiye’ye gel diyecekler” dediğini okudum...
***
Hâlbuki sorun siyasal değil,
teknik...
Biz, “gıda güvenliğini” sağlayan tedbirleri Japonya ölçeğinde alalım, siyaseten işimize gelmediği için kulağımızın üzerine yattığımız “Rekabet Faslını” müzakereye hazır hale getirelim ve 2002 yılındaki azmimizi üstlenelim, bakalım AB’ye girer miyiz, girmez miyiz?