Madende mahsur kalan insanlarımıza ulaşabilmemiz için kalan 20 metrenin en az dört günde aşılacağını öğrenince biraz daha burkulan bir yürekle izlediğim Zonguldak’taki göçük...
Kaderine kırgın
Baykal...
Esip kavuran
Fenerbahçe Başkanı Aziz
Yıldırım... Kanlı bir vahşete dönüşen
Tayland...
Dün de düşmeye devam eden
Avrupa borsaları...
Ve Pazartesi günü iki buçuk saatlik samimi bir toplantıda,
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun
İran ile Batı arasında sulh sağlamak için bizlere anlattığı ve zaman zaman detaylarına girdiği İran-
Türkiye ve
Brezilya arasındaki ortak
deklarasyon konusundaki olağanüstü çabalarını adeta sıfırlarcasına, BM’ye sunulan
yaptırımlar nedeniyle yeniden dünya gündeminde önlere çıkıveren İran’ın nükleer
silahlanma sorunu.
***
Detaylarını dünkü gazetelerden izlediğiniz
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun toplantısı ertesinde, ABD’nin BM
Güvenlik Konseyi’ne, İran’a yönelik yeni yaptırımlar öngören bir karar taslağı sunduğunu gördüm.
Üstelik ABD,
Rusya, Çin ve diğer dünya güçleriyle, nükleer programından vazgeçmeyen İran’a yönelik yaptırımların genişletilmesini amaçlayan karar taslağı üzerinde anlaşmaya varmıştı. Tasarı, İran’ın nükleer ya da
füze programıyla ilgili yük taşıdıklarından şüphelenilen gemilerin durdurulup aranmasını...
Ayrıca tank, savaş uçakları, saldırı helikopterleri ve savaş gemisi gibi ağır silahların satılmasına
yasak getirilmesini öngörüyor.
Davutoğlu’ndan dinlediklerimle,
yabancı ülke yönetimlerinin fiili girişimleri ve dış basındaki demeçleri arasında çok ciddi bir fark oluşmuştu...
***
Biraz daha kazıyınca, Davutoğlu’nun on sekiz saat boyunca uğraştığı deklarasyonu ciddiye almadan yeni yaptırımlar için düğmeye basan ülkelerin, “İran’a taraf olmakla” suçlayarak Türkiye’ye söylendiklerini gördüm.
Söylenenlerin en başında da ABD gelmekteydi...
Davutoğlu, ekonomiyi merkez alarak etki alanını genişleten, çevresindeki her ülkeyle serbest ticaret anlaşmaları imzalayan, bu nedenle de İran’a ambargoya karşı çözüm arayan, küresel diplomasinin merkezlerinden biri haline gelen Türkiye’den söz ederken...
ABD Dışişleri Bakanı
Clinton, İran’ın, Türkiye ve Brezilya ile vardığı
uranyum takas anlaşması ile “yeni yaptırımlar uygulanması konusundaki baskıdan kurtulmaya çalıştığını” söylemekteydi.
Dolayısıyla uzaklardaki Brezilya’nın varlığını göz ardı ederek, Türkiye’nin İran’a arka çıktığı imasında bulunuyordu...
***
Bu fark ilgimi çekti...
Sanırım mesele sadece “nükleer silah” değil... İran’daki rejimin niteliği de bir büyük sorun.
Kadını...
Çok sesliliği...
Farklı
yaşam biçimlerini...
Düşünce özgürlüğünü, “
demokrasi” taleplerini şiddetle yok sayan bir ülkenin ürkütücü resmi, Batı’yı fazlasıyla korkuturken, bizim gündemimizde “İran’ın bu görüntüsü” pek de yer almıyor.
Başı açık dolaşmaya...
Rock
müzik dinlemeye...
Mini etek giymeye...
Bir kadeh bira içmeye...
TV’lerde kadın sesine hasret duyulan bir rejim söz konusu.
Demokratik toplumun “benzeşmeme” üzerine kurulu olduğuna inananlar açısından, çok da bağra basılacak bir durum yok İran’da.
***
Tüm kadınların türbanlı...
Tüm erkeklerin
İmam-Hatip çıkışlı...
Demokratik birey yerine sallabaş bir biat kültürünün
egemen olduğu...
Rock müziğinden mini eteğe...
Kadınlı erkekli toplantılardan bir kadeh içkiye her şeyin yasaklı olduğu “benzeşmeyene” hayat hakkı tanınmayan bir Türkiye gibi bir şey bu.
***
Dün tüm dünya medyasını taradım...
Türkiye’nin olağanüstü çabasını yok sayan yaklaşıma neden olarak “İran rejiminin” esas alındığını düşündürecek bir anlatımları vardı.
Sanırım ABD,
Almanya,
Fransa, Rusya ve Çin de, Brezilya’ya rağmen Türkiye’yi İran’a fazla yakın sayma eğilimi içindeydiler.
Acaba dedim, kendisi başörtüsü yasağından
mağdur olan bir yönetimin, İran’daki yaşam özgürlüğünü kısıtlayan yasakları desteklediğinden mi kuşkulandılar.
***
Hâlbuki...
İran’da bira var...
Ama alkolsüz.