Bakın şansıma ne çıktı...
Belki de ‘tanımı’ belli olmadığından kendi aralarında ‘hakiki, öz, en hakiki’ gibi ayırımlara ihtiyaç duyan ‘Kemalistler’in ‘gerçek’ sıfatını kullananları, genel
seçimlerde Fazilet Partisi’ne ‘oy verilmesi’ gerektiğini düşünüp bunu
Ankara’da kulaktan kulaBelki de ‘tanımı’ belli olmadığından kendi aralarında ‘hakiki, öz, en hakiki’ gibi ayırımlara ihtiyaç duyan ‘Kemalistler’in ‘gerçek’ sıfatını kullananları, genel seçimlerde Fazilet Partisi’ne ‘oy verilmesi’ gerektiğini düşünüp bunu Ankara’da kulaktan kulağa yayıyorlarmış.
‘Hakiki Kemalistler’e göre, Fazilet’e oy verince, bu parti birinci olacak, asker de ‘
darbe’ yapacakmış.
Gelişmeyi duyuran
İsmet Berkan, ‘gerçek Kemalistler Fazilet’e oy verir’ diyenleri ‘şaşkın
darbeciler’ olarak nitelemekte...
* * *
1998
Türkiye’sinde askeri darbe taraftarlarının ‘Gerçek Kemalist’ler olduğunu çekinmeden nasıl söylenebildiğini anlamak için yakın geçmişe dönmek gerek.
Bunu geçenlerde,
Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Araştırmaları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu,
Şahin Alpay ile yaptığı, iki gün süren mülakatında hepimiz adına yapmaktaydı.
Prof. Hanioğlu,
Osmanlı ordusu içinde örgütlenen subayların kurduğu İttihat ve Terakki Örgütü’nün ideolojisi ile Kemalizmi kıyaslıyordu.
* * *
Cumhuriyet’i kuran kadro büyük çoğunlukla, darbeci subayların oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde yer almıştı. Öyle ki,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk üç
cumhurbaşkanı eski İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesiydi.
Şahin Alpay’ın ‘Bir görüşe göre, İttihatçı felsefenin koyu izlerini bugünkü devlet seçkinlerinde dahi görmek mümkün: Elitizm, yani seçkincilik ve pozitivizm bunun en önemli örnekleri. Katılır mısınız?’ sorusunu, Şükrü Hanioğlu şöyle yanıtlıyor:
‘Bu alanda devamlılık daha belirgin. İttihat ve Terakki Cemiyeti liderlerinin sevdiği tabirle ‘sebükmağzan’, yani
halk politikaya karıştırılmamalıydı.
1946-1950 döneminde muhalefet mitingleri için kullanılan ‘ayaktakımı’ tabiri, daha sonra halka yeteri kadar ‘inilemediği’ için seçim kaybettiğini düşünen parti yöneticileri, bir anlamda aynı görüşleri farklı deyimlerle dile getiriyorlardı.’
* * *
Şükrü Hanioğlu, İttihatçı geleneğin kendini ‘mukaddes’ ve ‘vatan kurtarıcı,’ muhalefeti daha doğrusu kendisine katılmayanı ‘vatan haini’ olarak gördüğünün de altını çiziyor. Ve ekliyor:
‘Herhalde kendi görüşleri dışında fikirleri vatan hainliği olarak gören ve iktidarı her doğru bildiğini uygulamak olarak yorumlayan siyasal geleneğimiz bu deneyimlerden bir hayli etkilenmiştir.’
* * *
Serinkanlı bir şekilde baktığınız
vakit, Osmanlı’nın son döneminden bu yana hiçbir şeyin değişmediğini görüyorsunuz.
İttihatçılar da ‘halkı’ beğenmiyordu, şimdi onun etkili mirasçıları da ‘halkı’ beğenmiyor.
İttihatçılar da, kendileri gibi düşünmeyen herkesi ‘vatan haini’ ilan ediyordu, şimdi onların etkili mirasçıları da...
Durum tıpatıp aynı.
Aradaki
küçük fark, dün onlara İttihatçı deniyordu, bugün ise ‘Gerçek Kemalist.’
* * *
Türkiye’nin siyasal çıkmazı, etkili güçlerin ‘halkı beğenmemesinde’ yatıyor.
Şekli seçimlerde bile ‘halkın’ şöyle ya da böyle ortaya çıkması ‘asapları’ bozuyor.
Halkı beğenmeyip ona ‘istikamet’ vermeye kalkınca da, halkın gücünün dışında bir başka güce ihtiyaç duyuluyor.
‘Gerçek Kemalistler’ kulaktan kulağa o formülü seslendirmekte...
* * *
Bir devlette, ‘halkından memnun olmayan’ etkili güçler varsa, orada
demokrasi olmaz.
Zaten Türkiye’de Kemalizm’i ‘
batılılaşma’ olarak yorumlayan ve ‘
modern Türkiye’nin’ kuruluşundaki
harç olarak niteleyenlerin Batı dünyasının en köklü düşünceleri olan liberalizme ve sosyalizme karşı çıkmaları da bundan kaynaklanıyor.
Liberal ve sosyalist düşünce, halkı işin içine katmadan olmaz.
Bizdeki ‘modernizm’ aranışı ise siyasal yaşamın içine halkı katmadan bir formül bulmak peşinde. Onun için ‘İttihatçı geleneğinin devamı olan Kemalizme’ sarılmakta...
* * *
Halka güvenmeden demokrasi yaşamaz. Halka güvenince de Kemalizm yaşayamıyor.
Bundan bunalan ‘Ankara’nın Gerçek Kemalistleri’ de aranıp duruyorlar.
Bula bula da hep ‘darbeyi’ buluyorlar.’