Son zamanlarda ‘
Türkiye’de gazeteciliğin ölüp ölmediğini’ giderek artan bir sıklıkta kendime sorar oldum.
Örneğin, bütün dünyanın nefesini tutup beklediği son AB Zirvesi’nde alınan kararların açıklandığı Sonuç Bildirgesi’nin çok geniş bir özetini medyada bulamayacağımı zaten biliyordum ama hiç olmazsa birkaç paragraflık da olsa Türkiye bölümünü yayınlarlar diye düşünüyordum ki o bile gerçekleşmedi.
Hâlbuki Sonuç Bildirgesi,
demokrasi yolunda atılan ileri adımlara rağmen,
ifade özgürlüğü, din özgürlüğü, mülkiyet hakkı, ticari birlik hakları, çocuk ve kadın hakları,
cinsiyet eşitliği ve işkence ile mücadele konularında Türkiye’nin
Kopenhag Kriterleri’ni henüz yerine getirmediğini vurguluyor.
AB tarafından hiçbir engel çıkartılmayan Rekabet Faslı da dâhil olmak üzere iki yıldır hiç bir yeni fasıl açmayan Türkiye, 2011 yılında maalesef hala Kopenhag Kriterleri’nin alt eşiğinde zaman öldürüyor.
Doyurucu habercilik anlayışı ölürken, abartılı övünmede tarih yazıldığı için kendimizi gerçek ve objektif bir aynada göremiyoruz...
***
Kendini, ‘yönetilen’ bir Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşı yerine koyarak, toplumun
özgürlük ve refahını artıracak reformların yapılması için AB’nin taleplerini destekleyerek Türkiye’ye öncülük etmesi gerekirken, iç politikayı daha çok önemseyen, zaman zaman da popülist ve milliyetçi söylemlere kayan AB Bakanı ve Baş Müzakereci
Egemen Bağış’ın, dünkü Hürriyet’te Demet
Cengiz Bilgin ile yaptığı röportajda, olması gereken Bakan
profiline uygun bir şekilde doğru ve ciddi adımlar attığını görünce sevindim. AB Bakanı Bağış, ‘Almanya’nın bugünkü ihracatının bizim
2023 hedefimizin 3 katı’ olduğunu hatırlatarak çok çarpıcı bir örnek veriyor ve şu uyarıyı yapıyordu:
“Hiç kimse kendini dev aynasında görmemeli.”
***
Kıyaslamadan ve dünyadan uzak ‘çok
şükür ki AB’ye üye olmamışız’ diyenler var...
Bağış onlara gerçekleri anımsatıyor:
“
Avrupa Birliği bir
ekonomik buhrandan geçiyor olabilir ama dünya ile kıyaslanınca hâlâ kişi başı refahın en yüksek olduğu
bölge. Sadece ekonomi gelir değil. İnsan hakları, demokrasi, şeffaflık, vs. hepsi dâhil.
Bunlara bakınca yaşadığı buhrana rağmen AB, Avrupa’nın en yaşanabilir coğrafyası. Ülke olarak çok büyük başarılara
imza attık. 2010’da ve 2011’in ilk 6 ayında Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi olduk. Bu büyümenin ardında küresel sermayenin çok payı var. Bu yatırımların yüzde 85’i de AB üyesi
ülkelerden. Bu yılın ilk 6 ayında ise bu oran yüzde 92 olmuş.”
***
Ama Türkiye hala ‘fit’ olmaktan çok uzak; AB Bakanı’nı dinleyelim:
“Bizi fit yapacak diyetisyendir.
Diyetisyene kızabilirsiniz. Şahsı size sempatik gelmeyebilir, hatta kendisi kilolu bile olabilir ama eğer reçetesi iyiyse ona bakarsınız. 27 ülke AB standartlarına kavuştuktan sonra daha zengin, daha demokrat, daha şeffaf ve müreffeh olmuş. Türkiye de önemli mesafe kat etti ama biz diyet programının üçte birini tamamladık.”
***
AB süreci olmasaydı neler eksik olurdu?
Cevap Egemen Bağış’tan: “AB süreci olmasaydı hâlâ Devlet
Güvenlik Mahkemeleri olurdu. TRT’nin YÖK’ün yönetiminde birer
general olması hukuken zorunluluktu. 24 saat
Kürtçe yayın varsa, Atatürk’ten sonra ilk defa bir
cumhurbaşkanı Cem evine gittiyse,
Dersim Katliamı nedeniyle
özür dileme erdemi gösteren Baş
bakanımız varsa, Akdamar’da
Ermeni vatandaşlarımız 112 yıl aradan sonra, Sümela’da Rum vatandaşlarımız 88 yıl sonra
ayin yapmaya başladıysa, çocuklarımızın oynadığı oyuncaklarla ilgili endişelerimiz yoksa, yediğimiz yemekler daha hijyenik olduysa AB’nin katkısı vardır.”
***
‘Mesleki Eğitimde Yeni Fırsatlar: Leonardo Da Vinci Programı’
tanıtım toplantısında, ‘geçen gün kamyon sürdüm,
Leonardo da Vinci’ diyerek herkesi güldüren ‘şakacı’ AB Bakanı Egemen Bağış, bir kısmını alıntıladığım dünkü röportajındaki anlamlı profilini keşke iyice güçlendirse. Bu profil istikametinde hızlı ve tavizsiz yürürse, AB reform sürecini hızlandırarak, Türkiye halkının özgürlük ve zenginlik çıtasının ‘muasır
medeniyet’ düzeyine taşınmasında çok ‘ciddi’ bir iş yapmış olur...