Susurluk skandalı. Yaklaşık on yıl önce patlak veren şu korkunç skandal? İsterseniz bunu
TBMM’deki Susurluk Komisyonu’na ifade veren o dönemin
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi
Avcı’nın anlatımından öğrenelim:
Neticede
PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve
sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna
mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini...
Bu grupların Emniyet, MİT ve
JİTEM içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü
Mehmet Ağar’a bağlı Özel
Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim
Şahin’in başkanlığında
özel harekatçılardan ve
Korkut Eken’e bağlı sivillerden, MİT içerisinde
Mehmet Eymür’e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı
ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğini...
Güneydoğu’da
eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü,
Yeşil’in şu anda MİT içinde Mehmet EYMÜR ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını, Ege Bölgesi’nde JİTEM’e bağlı
Yüzbaşı Sinan Yaşar ve bazı astsubayların mafya ilişkilerine giriştiklerini, bunların ve
Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi binbaşı Ali YILDIZ’ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini,
Kocaeli Jandarma
Alay Komutanı
Veli KÜÇÜK’ün mafyacılarla sıkı diyaloğunun olduğunu...’
***
Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı
Hanefi Avcı’nın resmini çizdiği bu ‘Susurluk Skandalını’ dönemin
cumhurbaşkanı nasıl değerlendiriyordu?
İsterseniz gene onu da TBMM’deki Susurluk Komisyon Raporu’ndaki bir belgeden öğrenelim:
3
Kasım 1996 günü Susurluk olayı patlak verir.
Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı, Necmettin
Erbakan Başbakan ve
Mesut Yılmaz anamuhalefet lideridir.
12 Kasım günü Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanı’nı ziyaret eder.
13 Kasım 1996 günü Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, Başbakan
Necmettin Erbakan’a ‘kişiye özel’ ibaresi ile bir
mektup yazar.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’a yazdığı mektup aynen şöyledir:
‘Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan
Ankara 12 Kasım 1996 tarihinde ziyaretime gelen anamuhalefet partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz bana özetle aşağıdaki hususları intikal ettirmiştir:
‘Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi vardır.
Aldığımız duyumlara göre bu dairenin bazı elemanları, ‘uyuşturucu, kumarhane,
haraç ve adam öldürmesi’ gibi işlere karışmaktadır.
Son olay bunun vehim olmadığını, hatta sanıldığından da kötü olduğunu göstermiştir.
Ömer Lütfi
Topal’ı öldürenlerin
itirafı fevkalade enteresandır.
Bu kişiler suçu itiraf ettikleri halde Ankara’ya celbedilmişler, halen serbest gezmektedirler.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde her türlü doküman hazırdır.
Aşiret reisi, devleti kullanmaktadır. Devlette görevli olan bazı kişilerin Özel Harekat Dairesi Başkanı
İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil birtakım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir.
Suça karışan asgari 100-120 kişi vardır. Bunlar, devlet emrinde çalışan katillerdir. Bu işin devlet çapında soruşturulması lazımdır.
Buna
seyirci kalınırsa, demokrasinin işleyeceğinden şüphe ederim.
Bunların meydana çıkarılması halinde, devletin zarar göreceğinden de endişe ederim.
Normal devlet mekanizmasına güvenim yoktur.
Devlet Denetleme Kurulu böyle bir şeyi üstlenebilir.’
Bu sözler üzerine ben kendisine; ‘Devlet Denetleme Kurulu’nun bu çeşit iddiaları araştıracak bir yapıya ve kadroya sahip olmadığını, bunları hükümete intikal ettireceğimi, bir ülkede birden fazla hükümet varmış gibi bir durum olmaması icap ettiğini, benim devlet anlayışımın gereğinin bu olduğunu, varsa birtakım kötülüklerin ortaya çıkması gerekeceğini bunun devlete zarar vermeyeceğini, aksin
e devleti güçlendireceğini’ söyledim.
Anamuhalefet partisi Genel Başkanı tarafından ortaya atılan bu iddiaların çok ciddi olduğu kanaatindeyim.
Bunların tetkik ve tahkik ettirilerek gereğinin ifasını rica ederim. Süleyman Demirel’
***
Mektubun içeriği,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1996 yılı itibariyle hangi vahim noktada olduğunu yoruma yer bırakmayacak kadar açık yansıtıyor.
Peki aradan bunca yıl geçtikten sonra durum nedir?
Devlet kendi içindeki çeteleşmeden arınmış, bunu doğuran bataklıkları kurutmuş ve bünyesindeki Susurluk Çetesi’ni tümüyle yakalamış mıdır?
Susurluk Çetesi’nin ne olup olmadığı, kimlerden oluştuğunu, ne gibi icraatlarda bulunduğu, kısacası çetenin tüm faaliyetleri, elemanlarının kimlikleri, devletin arşivinde duruyor.
Peki, buna rağmen neden tümüyle temizlenmiyor? Bu grubun temizlenmesini hangi güç engelliyor?
Devleti oluşturan yasama, yürütme ve yargı ne yapıyor?
Mesut Yılmaz’ın ‘meydana çıkarılması’ halinde ‘devletin zarar göreceğinden’ korktuğu, ‘devlet emrinde çalışan katiller’ hala herkesten daha güçlü olmaya devam mı ediyor?
***
Bu sorulara bugüne kadar maalesef hiç olumlu
yanıt alamadık, bakalım bundan böyle alabilecek miyiz?
Susurluk yeniden gündeme gelince, insan yıllarını alıp götüren eski belgeleri ve soruları da adeta bir refleks olarak hatırlıyor.