İstedikleri üniversiteye girme çabası içindeki öğrencilerin
tercih koşuşturması...
Lice ve Şırnak’ta patlayan mayınlar... Sakarya’daki ürkütücü ölümlü
kaza...
Kent müzesini” herkesin görmesini arzuladığım ve mobilyacılıkta “dünya markası” olmaya sıvanmış sağduyulu İnegöl’ü sırtından bıçaklayan provokasyon...
Balyoz’daki tutuklama itirazları...
Temmuz ayının son haftasının ilk günü de bu şekilde akıp gidiyordu.
Ama ben en çok,
CHP’nin tüm darbelerin gerekçesi haline gelen
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi ile ilgili teklifi
TBMM Başkanlığı’na
Çarşamba ya da
Perşembe günü vereceğini açıklamasıyla...
Yıllardır yazılarımda İstanbul’un Şişli ilçesi ile kıyasladığım Bingöl’ün Yedisu
İlçesi’nin referandumda “
evet” vereceğini söyleyen CHP’li Belediye Başkanı
Mehmet Şerif Memioğlu’nun açıklamalarına yoğunlaştım.
Değişim rüzgârı belli ki “
Cumhuriyetçileri” de etkilemeye başlıyordu...
Son günlerde sorup duruyorum:
“12
Eylül rejimi” karşıtlığı bir “siyasal ilke” sorunu mudur yoksa bir “particilik kavgası” mı?
Her siyasi partinin “siyasi hesabı” olduğunu bilen bir “değişimci” iseniz...
Sınırlı ve yetersiz de olsa
12 Eylül Anayasası’nda yapılacak bir değişime “evet” mi dersiniz, “hayır” mı?
Nitekim...
1982 Anayasası’nın “
darbeci” olduğunu söyleyen, darbeyle hazırlanmış bir anayasanın değişmesi için referandumda “evet” oyu kullanacağını ifade eden Bingöl’ün Yedisu İlçesi’nin CHP’li Belediye Başkanı Mehmet Şerif Memioğlu bunun çok farkında...
Şöyle diyor:
“Referandumda
evet oyu vereceğim.
12 Eylül’de köye gelen askerlerin, akrabalarımızı, komşularımızı tutuklayarak cezaevine götürdüğüne, gene o dönem 65 yaşındaki insanların dereye götürülerek
eşek sudan gelinceye kadar dövüldüğüne şahit oldum.
Bu olaylardan sonra hazırlanan bir anayasaya nasıl evet diyebilirim.”
Bu mantıklı ve tutarlı duruş karşısında CHP yönetimi de zorlanıyor; “
baraj yüzdesi” ve “
35. madde” girişimleri de bu nedenle.
***
29
Ekim 2006 tarihli
Sabah Gazetesi’ndeki “Cumhuriyet ve
demokrasiyi tanımlayabiliyor musunuz” başlıklı yazımın bir bölümü şöyleydi:
“İstanbul’un Şişli İlçesi ile Bitlis’in Yedisu İlçesi arasında 274 misli gelir farkı olduğunu unutmayın. Hatta daha yakına gelin, bir
Bağdat Caddesi’ni dolaşın, bir de hemen burnunun ucundaki Hasanpaşa’yı...
Türkiye ortalamasının altındaki yığınla yer temel ihtiyaçların peşinde... İş derdinde, aş derdinde... Canı ile uğraşan adama cumhuriyet dersen de demokrasi dersen de seni sopayla kovalayabilir. Nerede kalmış oturup bu kavramları
tarif etmesi.”
***
Aradan zaman geçtikçe, yığınlar “demokrasi” olmadıkça “
yaşam standartlarının” da gelişemeyeceğini anlamaya başladılar.
Tek parti rejiminin tuzu kuru Cumhuriyetçileri “yığınlardan” nefret ediyorlar.
Kendileri Saray’da keyif etsin, yığınlar da tersane ve maden ocaklarında ya da sel baskınlarında o da olmaz ise güvenliği sağlanmamış askerlik
hizmetlerinde yitip gitsinler duyarsızlığındalar...
Bunu en çabuk ve en güçlü şekilde yığınların kendi çıkarlarını avaz avaza seslendirebilecekleri
demokratikleşme düzeltir...
O nedenle tek parti Cumhuriyetçileri “hayır” derken, çıkarlarının demokratikleşmede olduğunu gören yığınlar “evet” diyor...
Bingöl’ün Şişli’den 274 misli daha fakir olan Yedisu İlçesi Belediye Başkanı bunun canlı bir kanıtı.
***
Resim bu kadar net olduğu için...
Cumhuriyetçiler sıkışıyor...
35. madde teklifi, bu sıkışıklığın yararlı bir sonucu.
Türkiye,
AK Parti de dahil “partici değil, değişimciyim” diyen herkesin işin gereğini yapmasını ve 35. maddenin hızlıca ortadan kaldırılmasını bekliyor...