330’larda
Bizans İmparatoru Konstantin’in. Roma tapınaklarının üstüne yaptırdığı, tek tanrılı dinin ilk muhteşem mabedi Aya İrini’nin sahnesinde. 2008 yılı
Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü’nün sahibi Çetin Altan teşekkür konuşmasını...
Necmeddin Halil Onan’ın ‘Ç
akıl Taşları’ şiiriyle bitiriyor: ‘Biliyorsun ki kari, kalbin derinlikleri, Damla damla biriken gizli gözyaşlarıdır.
Kudretimin oradan çıkarabildikleri,
Halis
inci yerine bu çakıl taşlarıdır.’
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’la Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay zarif bir saygıyla konuşmanın bitmesini sahnede ayakta bekliyorlar...
Ardından da Başbakan
ödülü Çetin Altan’a veriyor...
Çetin Altan’a göre iki Çetin Altan var...
Birincisi ‘1943’te 9. sınıftayken adını ilk defa basılı görüp, bir
kalem, bir káğıtla bilinmez bir okyanusa’ dalan ve bütün
yaşamını geçirdiği o okyanusta bir efsaneye dönüşen Çetin Altan...
İkincisi, 1
Şubat 2009 günü Aya İrini’de kendini ‘82 yaşında bir
yaşlı ádemim’ diye tanımlayan ete kemiğe bürünmüş Çetin Altan...
Birincisinin özenli ve dikkatli bir okuru...
İkincisinin oğluyum...
* * *
Törenin hemen başında... Devlet Senfoni Orkestrası sanatçılarının minik konserinden hemen sonra... Kültür Bakanı ile Başbakan’ın konuşmalarından hemen önce...
Nebil Özgentürk’ün izlerken yüreğimi delen ‘Bir Yudum İnsan - Bir Çetin Altan Portresi’ adlı belgeseli gösteriliyor.
Türkiye’nin sert dalgalarından maalesef fazlasıyla nasiplenen
babamın yaşamı üzerinden kendi yaşamlarımızı da izler gibi oluyorum...
Mahkemeler, darbeler, hapisler... Kısa belgesel bir yandan Türkiye, diğer yandan özel tarihimiz...
Rahmetli annem... Onun ölümünden sonra bir daha hiç ayak basmadığım Basınköy’deki ‘baba evimiz’...
* * *
O acılı yaşam kareleri...
Ertuğrul Günay ile başlayıp, Başbakan Erdoğan’la süren bir zarafet senfonisi eşliğinde yavaş yavaş siliniyor...
Kültür Bakanı, Bakanlığı’nın Çetin Altan’a verdiği ‘ödülü’
doğal kibarlığıyla ‘teşekkür’ olarak niteliyor...
‘Benim oyum demokrasiyi hepimize öğrettiği için, bedel ödediği için Çetin Altan’adır.’ dedikten sonra da Süleyman
Demirel’e ince bir yollama yapıyor:
‘40 yıl önce parlamentoda çoğunluğu oluşturan iktidarın başbakanının
parmak işaretiyle sayın Çetin Altan neredeyse
linç edileyazmış, bugün ise çoğunluğu oluşturan bir iktidarın başbakanının elinden bir teşekkür plaketi alacak. Bu Türkiye demokrasisinde güzel bir gelişmeye ifade ediyor.’
Günay bunları söylerken, törene katılmak için programını keserek
İstanbul’a gelen ve sonra yeniden
Diyarbakır’a dönen tarım Bakanı
Mehdi Eker’le, çiçeği burnunda AB’den sorumlu baş müzakereci
Egemen Bağış da Başbakan’ın yanında Ertuğrul Günay’ı izliyor...
* * *
Ardından kürsüye Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan geliyor... Unutulmayacak inceliklerle dolu bir konuşma yapıyor... Başbakan Çetin Altan’ı, ‘ülkemizin düşünce semasında bir gökkuşağı’ diye tanımladıktan sonra...
Bu ödülün Çetin Altan’a verilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor ve devam ediyor:
‘Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir
yolculuk olmuştur.
Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar tahammülsüz anlayışlar, düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye öd
emek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara
boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan birisi Çetin Altan’dır.’
* * *
Bir vatandaş olarak da... Beni sevindiren ve içimi ferahlatan ise... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasındaki Çetin Altan üzerinden vurguladığı temel eksenler oluyor... ‘Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur’ demesi... ‘Hepimizi bu ülkenin insanlarıyız. Her şeyden önce birbirine saygı duyma zorunluluğumuz var. İmtiyazlı çevrelerin hiçbir risk almadan, emek, değer üretmeden bu ülkenin imkán ve kaynaklarına göz dikmesini de istemiyoruz. Statükoyu muhafaza ederek değişime direnilmesini de istemiyoruz.’ diye devam etmesi... Türkiye’nin yeryüzündeki koordinatlarını sıkı sıkıya yeniden vurgulaması...
Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi hedefini tekrarlaması... ‘Türkiye daha fazla özgürleşecek, daha fazla demokratikleşecek, kalkınacak’ cümlesindeki irade beyanı... Kısacası ‘şaşmaz bir
pusula’ olarak kalması halinde gönülden destekleyeceğim ve epeydir özlediğim tutarlı çağdaş bir manifestoyla karşılaşıyorum...
* * *
Önceki gece... Tarihin derinliklerinden süzülerek gelen anıtsal bir mekándaki... Kültür Bakanı ile Başbakan’ın aristokratik bir incelikle geçmişin kötü mirasını silmeye çalıştıkları ödül töreninde... İki Çetin Altan var... Birincisi ‘1943’te 9. sınıftayken adımı ilk defa basılı görüp, bir kalem, bir káğıtla bilinmez bir okyanusa’ dalan Çetin Altan... İkincisi, 1 Şubat 2009 günü Aya İrini’de kendini ‘82 yaşında bir yaşlı ádemim’ diye tanımlayan Çetin Altan... İki Çetin Altan’a da çok acılar çektirdik...
* * *
Ben, birincisinin özenli ve dikkatli bir okuru...
İkincisinin oğluyum...
Okuru olarak törene çok seviniyor, çok duygulanıyorum...
Özellikle Nebil’in hikáye ettiği geçmişe bakarken ise doğrusu oğlu olarak biraz içim yanıyor...
Törenin bitiminde...
Babamın konuşmasını bitirirken okuduğu şiirin iki mısraını kendi kendime tekrarlıyorum:
‘Biliyorsun ki kari, kalbin derinlikleri,
Damla damla biriken gizli gözyaşlarıdır.’