Dünkü yüklü gündemin önemli maddelerinden biri de
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kritik
Suriye ziyareti idi.
Suriye’deki şiddet olaylarının durması için
Türkiye’nin
mesajını Suriye’ye iletecek olan Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşar
Esad ile görüşmesi saat 11’de başladı ve altı saat süren görüşmenin ilk üç saatlik bölümüne heyetler de katılırken, kalan kısmı baş başa gerçekleştirildi.
Görüşmenin ruhunu ve özünü,
Esenboğa Havalimanı’ndan özel uçakla Şam’a hareket eden Davutoğlu ve beraberindeki heyeti, Şam Havaalanı’nda Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdülfettah Ammura ve Türkiye’nin Şam Büyükelçisi Ömer Önhon’un karşılaması ifade ediyordu...
Daha önceki ziyaretlerde üst düzey karşılama yapılan Davutoğlu’nun bu ziyaretinde Bakan Yardımcısı düzeyinde karşılanması, Suriye’nin Türkiye’nin mesajlarına yönelik duruşunu da peşinen sergiliyordu...
‘Sabrımız taşıyor’ denmesi ardından
Beşar Esad’ın siyasi danışmanı Dr. Shaaban’ın ‘Davutoğlu sert mesaj getirirse karşılığını da alır’ demesi aslında ne olacağını gösteriyordu...
Suriye’nin hakaretamiz tavrı orada da kalmadı...
Esad-Davutoğlu görüşmesi sürerken Suriye ordusu Türkiye sınırına yakın bir kasabada
operasyon başlattı.
Tabii Davutoğlu’nun Esad’a, ‘bu sorunu ülkenize başkaları
ihraç etmedi. Dolayısıyla siz kendi halkınızı ikna edemezseniz kimsenin yapabileceği bir şey yok. Siz halkınızı ikna edemezseniz Suriye’ye huzur da gelmez, istikrar da. Kendi halkınızla sorununuz devam ederse uluslararası toplumla da sorun yaşarsınız’ mesajı vermesi bekleniyor türünden haber ve yorumlar da anlamsızlaştı...
Dahası var...
Suriye’nin en büyük destekçisi
İran rejimi... Türkiye’nin de mesajları aslında Suriye üzerinden İran’a...
Bu nedenle Suriye’nin Türkiye’ye istiskali de aslında İran’ın istiskali...
***
Suriye’nin olumsuz tavrını görünce, ‘komşularla sıfır problem’ anlayışından
protokol aşağılaması noktasına nasıl gelindiğine geri döndüm...
Hatta daha da ötesi vardı; geçen
Aralık ayında, Türkiye’yi ziyaret etmeden önce kabul ettiği Türk gazetecilerin ‘kısa bir süre önce Sayın Erdoğan, Suriye, Türkiye,
Lübnan arasında
Schengen gibi ortak vize önerisi yaptı. Ne düşünüyorsunuz’ sorusuna Esad şöyle
cevap veriyordu:
“Bu konuyu ilk gündeme getiren bendim. Hatta adını bile buldum. Onlarınki Schengen’se bizimki de ‘Şamgen’ olsun dedim.
Üç yıl önce Türkiye ile Suriye arasında sınırlarda serbest geçiş olmasını konuşmaya başladım.
Geçen yıl Türkiye ziyaretimde
Tayyip Erdoğan ‘biz hazırız’ deyince de çok şaşırdım.”
***
“Onlarınki Schengen’se bizimki de ‘Şamgen’ olsun dedim.”
Onlarınki...
Ve bizimki...
‘Biz’ kim ‘onlar’ kim?
Batılılar mı? Gâvurlar mı? Hıristiyanlar mı? Gayrimüslimler mi? Yoksa demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygı gösterilmesini temel amaç haline getirmiş rejimler mi?
***
Davutoğlu haberlerine bakarken, Mehmet Alp adlı okurun yorumuna rastladım:
“Türkiye yanıyor, biz Suriye’yi tartışıyoruz. Her gün asker, polis şehit ediliyor, ekonomi dibin dibine vurmuş, Simav’da hala çadır
kent rezaleti... Kelin ilacı olsa başına sürermiş!”
Benim sorum ise daha başka:
‘Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, azınlıklara saygı gösterilmeyen’ rejimlerle fazla yakınlaşmanın âlemi var mı?
Diktatörlükler artık ‘istikrarın’ değil, her an belaya açık bir ‘istikrarsızlığın’ simgeleri...
İkili ilişkiler için de bu
kural geçerli... Yoksa bu kadar kısa zaman içinde ‘Şamgen’den çatışma noktasına’ gelinir mi, belli ki süreçte yanlışlar var...
‘Sabrımızın sonuna geldik’ dedik, onlar da muhtemelen ‘
Kürt kartını’ kullanmayı da düşünerek mesajı almadı, geri yolladı...
Şimdi ne olacak, merakım odur...