“
Prens Sabahattin, yerinden
yönetimin gerekliliğini iddia ederken, sebep olarak da; bir vilayetteki idare usulünün diğer bir vilayette aynen uygulanmasının mümkün olamayacağını ileri sürmektedir.
Merkeziyetçi anlayış özgürlüğün kısıtlandığı, çoğunluğun
azınlık tarafından
baskı altında tutulup yönetildiği bir yapı olarak görülmektedir.
Prens Sabahattin’in Teşebbüs-i Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin 1906 tarihli programına göre; yerinden yönetim sağlanacak, il genel meclis üyelerini
halk seçecek ve merkezi yönetim de halkın seçtiği temsilcilerden oluşacaktı.
Yerel yöneticiler halkın nüfus dağılımı dikkate alınarak seçilecekti.
Bu fikirler ile devlette, âdem-i merkeziyet talep eden liberal düşünceye uygun bir yapı oluşturulmak istenmektedir.”
Prens Sabahattin kim?
1877 yılında doğup, 1948 yılında ölen...
Osmanlı İmparatorluğu’nun II. Meşrutiyet döneminde etkin olmuş ünlü bir siyasetçi ve düşünür.
Prens Sabahattin, “âdem-i merkeziyetçilik” adını verdiği siyasi düşünceyi savundu.
Kendisi, İkinci Abdülhamid’in yeğeni (kız kardeşinin oğlu) idi,
babası Damat Mahmut Paşa, eniştesi ile anlaşmazlığa düşünce, ülkeyi terk etti, Sabahattin Bey babası ile gittiği Avrupa’da Jön Türk muhalefetine katıldı.
Hanedandan olduğu için Batılılar onu “Prens” olarak bilirler, sonra da bu unvanla anıldı. Ancak, Prens, fikirleri itibarıyla Jön Türklerin çoğundan ayrı düşmüştü.
Sonradan İttihat Terakki çizgisini belirleyecek olan merkeziyetçi anlayışa karşı, “âdem-i merkeziyetçiliği” savunuyordu.
Fransa modeline karşı
İngiltere modelini öneriyordu.
Anglo-Saksonların, özel teşebbüs ve yerinden yönetim modelinin Türkiye’yi (yani o zamanki Osmanlı) kurtaracağını iddia ediyordu. Siyasi çizgisini de, ilişkilerini de bu anlayış belirledi, İttihat ve Terakki’nin karşısında yer aldı.
***
Liberal görüşleri savunan Ahrar Fırkası’nı destekledi ve perde arkasından yönetti. Osmanlı Ahrar Fırkası, İkinci Meşrutiyet döneminde faaliyet gösteren ve 31
Mart olayında başrolde olan bir partiydi.
Eylül 1907 ile
Nisan 1908 arasında altı ay faaliyet gösterdi.
14 Eylül 1908’de, Prens Sabahattin’in önderliğinde “Teşebbüsü Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti” çatısında örgütlenen liberal Jön Türk kanadı tarafından kuruldu.
Prens Sabahattin, kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmedi, ancak girişimi destekledi.
Fırkaya resmi bir başkan seçilmedi.
Parti programı, kurucu üye Nurettin Ferruh Bey tarafından hazırlandı.
Programın hazırlanmasında Kont Léon Ostrorog
yabancı parti programlarını tercüme ederek yardımcı oldu.
***
Parti 1908 seçimlerine katıldı, ancak İttihat ve Terakki Fırkası karşısında başarı gösteremedi, münhasıran bu partiden gösterilen adaylar meclise giremediler.
İttihat ve Terakki karşıtı İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Sadayı
Millet ve
Servet-i Fünun
gazeteleri, Ahrar Fırkası’nı desteklediler.
31 Mart Vakası, Ahrar Fırkası’nın sonu oldu.
Prens Sabahattin ve kurucu üye Ahmet Fazlı Bey divanı harpte yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı.
Fırka üyelerinin bir kısmı
yurt dışına kaçtılar.
Nurettin Ferruh Bey 1910’da ülkeye döndü ve partinin feshedildiğini belirten bir
bildiri yayımladı.
Partinin başlıca siyasi görüşleri liberalizm, girişim özgürlüğü, âdemi merkeziyet (yerel yönetimlere güç verilmesi, merkezi otoritenin sınırlanması) ve bireycilik olmuştur.
Ahrar, âdem-i merkeziyet görüşü nedeniyle bölücülükle suçlandı.
***
Prens Sabahattin, Osmanlı Hanedanına karşı olması ve Jön Türklerle birlikte çalışmasına rağmen 1924 yılında Osmanlı Hanedanı üyelerinin yurtdışına gönderilmesine ilişkin
yasa gereğince Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.
1948 yılında İsviçre’nin Neuchâtel kentinde öldü.
1952 yılında cenazesi Türkiye’ye getirilerek İstanbul’un
Eyüp semtinde babasının yanına gömüldü.
***
Ankara’nın gürültüsünden uzaklaşıp...
Prens Sabahattin’i neden anıyorum?
İlki bugün 62.
ölüm yıldönümü...
İkincisi, görüşleri Türkiye’ye hala çok bol...
Geçenlerde, “Prens Sabahattin bugün yaşasaydı, 100 yıl önce söylediklerinden dolayı başı belaya girerdi. Âdem-i merkeziyetçiliğin bir tabu olduğu bu ortamda partisi kesin kapatılırdı” demiştim...
Hem kendisini anayım, hem görüşlerini kabaca da olsa sizinle paylaşayım, hem de bunaltıcı, yorucu ve bıktırıcı bir “dön baba dönelim” kıvamındaki Türkiye’yi biraz daha tanıyalım istedim...