Kafalar daha da karıştı. Bu
kavga, yargıda reform ihtiyacının ne kadar derin olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Sokakta dolaşırken, sade vatandaşlarımızdan birini çevirip “
Hakim-
Savcı Kurulunda ne yaşanıyor?” diye sorsanız, doğru dürüst bir
yanıt alamazsınız. Oysa, açıkça bir “zihniyet savaşı” yaşanıyor.
Peki, neyin kavgası yaşanıyor?
Kim
siyaset yapıyor?
Bence, her iki tarafta siyasetin içinde.
HSYK’nın,
Ergenekon savcılarından bazılarının değiştirilmesini istemesinin temelinde hem haklı kriterler yatıyor, hem de Devletin
laiklik kalesi olarak kurulan ve yargının son 70 yılını kapsayan zihniyeti koruma çabası...
HSYK bir oranda haklı.
Ergenekon
davası sürecinde bazı savcıların, hukuk dışı uygulamaları, kamuoyunu rahatsız eden gözaltıları ve davayı
yönetim şekilleri hepimizin önünde yaşandı. Ben HSYK’nın bu yöntem ve yaklaşım hataları nedeniyle Ergenekon savcılarından bazılarının değiştirilmesini istediği görüşüne inanmak istiyorum, ancak aynı zamanda aynı HSYK’nın
Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslek hayatını yok etme pahasına verdiği ceza aklıma geliyor. 12
Eylül darbecileri hakkında dava açmak isteyen Sacit
Karasu ve
Bayrampaşa savcısı
Necati Özdemir’i cezalandırmaları işin içine siyasetin sokulduğunun da birer simgesi.
İktidar da, HSYK da kendi siyasetlerini yürütmeye çalışıyorlar.
Bu olay, yargıda yaşanan son büyük kavga olacaktır ve yargı kurumunun ne kadar reforma muhtaç olduğunu bir defa daha hepimizin gözüne sokacaktır.
DAVULCU VE ZURNACILARIN NE GÜNAHLARI VAR Kİ...
Doğrusu çok üzülüyorum.
Hani Türkçe’de bir söz var, “Kızını boş bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya kaçar” diye. Hep kötü örnek olarak gösterilirler. Zavallılar kimselere yaranamazlar. Sürekli suçlanırlar.
Turgut Özal’ın kızı Zeynep’in Asım Ekren ile evliliğini hatırlayın. “Davulcuya kaçtı” diye günlerce gazetelerin ilk sayfalarında sansasyon konusu olmuştu. Oysa Asım, efendi bir insandı ve Zeynep’e kalbini kaptırmıştı, o kadar. Davul çalmış olması, onun farklı bir kategoriye sokulmasına yol açmıştı.
Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni, son olarak
Başbakan Erdoğan’ın gösterdiği tepkiydi. Kamuoyunda, Münevver’in ailesine yönelik söylendiği izlenimi yaratan “Dikkat etmezseniz, kızınız davulcuya zurnacıya kaçar” şeklindeki sözleri, bizim davulcu ve zurnacı dostlarımızı yeniden gündeme oturttu.
Yorumcular, ellerine kalemi alıp Davul-Zurna edebiyatı yaptılar. TV kanallarında konu tartışıldı ve yine
kabak bizimkileri kafasına patladı.
Oysa zavallılar ne yapsın ki...
Hayatlarını kazanmak için davul ve zurna çalıyorlar.
Hani sanırsınız ki, Fareli Köyün Kavalcısı örneğindeki gibi, davul ve zurna sesi duyan kızlar, bu dayanılmaz güzel müziğin sihrine kapılıyor ve yollara dökülüp bunların ardından koşuşturuyorlar.
Gelin, Davulcularımızın ve Zurnacılarımızın yakasını bırakalım da kararı kızlarımız versin. Bu tip garip namus bekçiliği yapmaya hiç gerek yok.
ÜLKER, GODİVA İLE AB’YE GİRDİ, BİZİM GELMEMİZİ BEKLİYOR
Hafta içinde bir “ilk” yaşandı.
Ülker grubu, 1.5 yıllık bir çalışma sonucunda Belçika’nın ünlü GODİVA çikolata markasına sahip olduğunu açıkladı. Bu bir “İlk” dememin nedeni de bu. Bizde genel olarak, satın almadan önce başlar, satın alma süresince devam eder ve bitince hemen davul-zurna çalınarak, nasıl da iyi bir iş yapıldığı ilan edilir.
Ülker grubu tam tersini yaptı.
Çok prestijli bir
Avrupa Markasını 850 milyon dolara satın aldı. Ardından, şirketi yeniden yapılandırdı, Çin’e kadar uzanan yepyeni bir genişleme stratejisini uygulamaya başladıktan sonra, basının karşısına çıktı.
Murat Ülker etraflarda pek görünmeyen bir patron. Bende ilk defa karşılaştım. Son derece sakin, çok
doğal ve işini iyi bildiğini her haliyle gösteren bir insan. Bizlere
Godiva’yı o kadar mütevazi bir şekilde anlattı ki, sanki çok normal bir şey yapmışlar gibi davrandı.
Oysa bu markanın ne kadar önemli olduğunu çok iyi bilirim. Başta Belçikalılar olmak üzere, bunun Avrupa için anlamı çok büyüktür. Önemli davetler, özellikle evliliklerin en ayrılmaz parçasıdır. Avrupa burjuvasisinin bir simgesidir.
Yıldız Holding, bazılarımız farkında olmayabilirler ancak, inanılmaz bir imparatorluk.Hem de Uluslararası oyuncuların da katıldıkları bir imparatorluk.
Anlayacağınız, Ülker’ciler Avrupa Birliğine çoktan girmişler de, şimdi bizlerin gelmesini bekliyorlar...
KİMSELER KUSURUMA BAKMASIN
Nihayet, kapalı alanlarda sigara
yasağı başladı. Beni en çok rahatsız eden,
lokantalarda, meyhanelerdeki sigara
dumanıydı. İçeri girdiğiniz andan itibaren felaket bir sigara kokusu etrafınızı kaplar ve günlerce de üzerinizden çıkmazdı.
Tiryakileri çok iyi anlıyorum.
Sigara öylesine korkunç bir alışkanlık ki, kolay kolay bırakılamıyor. Nedeni de, çok kolay tüketilmesi. Elinizi atıp, paketten birini çekip yakıyorsunuz ve bütün vücudunuz rahatlıyor.
Bugüne kadar, sigara içmeyenler, sigaracıların kahrını çekti. Dumanından zehirlendi, pis kokuyu üzerinde taşıdı.
Bundan sonra, durum değişiyor.
Uygulamaya sokulan yasa, sigara içmeyenleri koruyor. Sigara içilen ortamlar azaltıldığından dolayı,
genç yaştaki insanları da tiryakilikten uzak tutacak.
Bu yasa ancak, bizler sahip çıkarsak uygulanabilecek. Kapalı alanlarda sigara içmeye çalışacak olanları,
zabıta değil bizler engelersek, sonuç alabiliriz.
Şimdi göreceksiniz, özellikle lüks lokantalarda veya magandaların
tercih ettikleri içkili yerlerde sorunlar yaşanacak.
Zenginler, kendilerini yasaların üstünde gördüklerinden dolayı, sigara içmeyi sürdürmek isteyecekler. Lokanta sahibini “Göz yummazsan bir daha gelmeyiz” diye korkutacaklar.
Magandalar da, kaba kuvvet kullanacaklar. Ne yazık ki, lokantacılar arada kalacaklar.
İşte bu ortamda görev bizlere düşüyor.
Koyun gibi davranıp, zorbaları uzaktan seyreder ve sigaracıları görmezden gelirsek, yasaklar kağıt üstünde kalır.
Tam aksine, bizler de kendi hakkımızı savunmalıyız. Sigaracıları da şikayet etmeliyiz.
Ben, kolları sıvadım.
Yıllardır gittiğim yerlerin sahipleri kusuruma bakmasınlar, artık sigara içenlere
seyirci kalmayacağım.
Onlara yardımcı olacağım gibi, eğer sigaralı müşteriye göz yumduklarını gözlersem, polise şikayette bulunacağım.
Sigara içimini ben “insan hakkı” olarak görmeyenlerdenim. Zira, etrafa o kadar duman püskürtenler, aynı zamanda bizleri de zehirliyorlar.
Buna da hiç hakları yok.
BİR İSTANBUL’LUNUN ŞİKAYETİ VAR...
3 üncü
köprü projesi yine gündemde. Ancak bu köprü yapılsa da yine tırlar, kamyonlar, turist otobüsleri, gurbetçiler v.b.
İstanbul’un üzerinden geçip Anadolu’ya, Orta Doğu’ya, Doğu’ya gidecekler. Yani bu canım şehir yine eskiyecek, yıpranacak. 3 üncü köprü bu sorunu halledemeyecek. Bunun yerine sürekli tartışılan
Gelibolu-
Çanakkale köprü projesi neden düşünülmüyor? Neden unutuldu? Bu herkesin mantığına uygun gelen projede bilmediğimiz, aklımızın ermediği birşeyler mi var? Bu köprü, gerçekleştirilebilse, İstanbul kurtulacak. Anadolu’ya, Orta Doğu’ya geçmek isteyen tırlar, kamyonlar, otobüsler özellikle gurbetçiler
Türkiye sınırından geçer geçmez bu uzun yolu kısaltacaklar. Hem zamandan, hem de masraftan kurtulacaklar.
Gelin, İstanbul’u kurtaralım.
BİR İSTANBULLU