Bu köşeyi yakından izleyenler bilirler. Davutoğlu’nun önce
Başbakan’ın dış
politika danışmanı olarak, sonra da
Dışişleri Bakanlığına geldikten sonra, bu
ülkenin
dış politikasını büyük oranda değiştirdiğini sık sık yazmışımdır.
Bunun, “
Türkiye’nin yön değiştirmesi” olmadığını, tam aksine yapılması gerekenin yapıldığını tekrarlamışımdır.
Davutoğlu, akademik bir geçmişten geliyor. Buna rağmen, kısa sürede soyut kavramlar ve akademi dilinden kurtulmasını bildi. Uluslararası politikanın, günlük pragmatik yaklaşımını başarılı şekilde uygulamaya başladı.
Bakanlığı canlandırdı.
Ön plana çıkardı.
Eskiden “dokunulmaz” muamelesi gören tabulara el attı.
Kıbrıs ve
Ermenistan konuları başta olmak üzere, Türk dış politikasını, gereken bir etkinliğe getirdi. Eskiden hiç ayak basmadığımız, başarısız kalmaktan korktuğumuz için dokunmadığımız birçok sorunun üstüne gitti.
Buraya kadar bravo ve alkışlar...
Ancak, bir de madalyonun öbür yanı var.
Türkiye son dönemlerde giderek artan biçimde çok sık “stratejik ilişki” kurduğunu açıklıyor.
“Stratejik İlişki” sınırlı sayıda ülkeyle kurulur. Aksi halde, bu kavramın içi boşalır. Örneğin, ABD’nin gerçekten Stratejik İlişki kurduğu üç ülke vardır:
Kanada-
İngiltere-
İsrail. Gerisi laftan ileri gitmez. Türkiye için de “stratejik ortak” sıfatı kullanılır, ancak içi boştur. Nitekim, bunu daha fazla bizler kullanırız. Amerikalılar arada bir, sırf bizim gönlümüzü almak için telaffuz ederler.
Diğer bir nokta da, yine son dönemlerde artan “arabuluculuk” çabaları
Davutoğlu, kendini ve kadrosunu geriyor
“Arabulucu” olmak prestij getirdiği kadar, riskte taşır. Başardığınız zaman alkışlanırsınız. Başarısızlık durumunda, arabuluculuk yaptığınız taraflardan, bazen ikisini birden kaybedebilirsiniz.
Türkiye,
Filistin sorunundan, Lübnan’a, Gürcistan’dan Pakistan’a, İran’dan Yemen’e kadar öylesine geniş bir alanda, ardı ardına arabuluculuğa soyundu ki, altından kalkılması son derece güç bir noktaya geldi.
Davutoğlu’nun
seyahat trafiği inanılır gibi değil. Bir bakanın ve son derece kısıtlı bir kadroyla çalışan dışişlerinin, hem kendi sorunlarını, hem de başkalarının sorunlarını çözmeye kalkışması gerçekçi değildir.
Fiziken buna yetişilemez. Nitekim hem Davutoğlu, hem de kadrosu kaldırabileceklerinin ötesinde yük almış durumdalar.
Bu durumda da, heyecanla her konuya el atan, sonrasını getiremeyen bir ülke konumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.
Türk dış politikasının etkinliği artıyor, ancak aman dikkat, imkanlarınızı, bakanlığınızın kadrosunu arttırın ve her konuya el atmayın. Seçici davranmakta yarar var.
Onlar artık "monşer" değil "ağır
işçi"...
Geçen hafta dışişleri bakanlığı bir “İLK”e
imza attı. Türkiye’yi yurtdışında temsil eden 180 -
büyükelçi dört gün süreyle Ankara’da bir araya geldiler. Ardından, bir bölümü Mardin’e gidip, genel bir değerlendirme toplantısıyla olayı sonuçlandırdılar.
Aslında, bu tip toplantılar yıllardır yapılır. Yeni gelen dışişleri bakanları veya önemli dönemlerden geçilirken
Büyükelçiler Ankara’ya çağrılıp hem onların ne dedikleri dinlenir, hem de toplu halde yeni Bakan’ın yaklaşımını öğrenmeleri sağlanırdı.
Bu defaki çok farklı oldu.
Herşeyden önemlisi, Büyükelçiler dört gün boyunca,
Güney Amerika’daki gelişmeleri
Brezilya dışişleri bakanından, Uzak Doğu’yu
Japon, Avrupa’yı
Alman dışişleri bakanından, Orta Doğu’yu da Filistin Cumhurbaşkanı Abbas’tan dinlediler.
2010’un en önemli konusu sayılan Kıbrıs’taki pazarlıkları M.Ali Talat’tan,
Kürt Sorununun ayrıntılarını MİT Müşteşarı ve İçişleri bakanı Atalay’dan öğrendiler.
Türk toplumunun diplomatlarımıza bakışı genelde “Monşerler” şeklindedir. Başbakan dahil, siyasetçimiz, iş dünyamız, akademik dünyamız , hem bir yandan hayranlık duyar, hem de bu Monşer edebiyatından kendini kurtaramaz. Onlar için, Monşerler, sadece nota yazan, kokteyle giden, içine kapanık yaşayan insanlardır. Oysa gerçekler artık çok farklı. Diplomatlara artık “ağır işçi” demek daha doğru olur.
Nitekim, geçen haftaki toplantıda, diplomatlıklarının yanısıra,
ihraç ürünlerimizin
satış bağlantıları, enerji hatlarının gerçekleşmesiyle ilgili brifingler de aldılar.
Dışişleri Bakanlığına artık bu kadro ve
bütçe yetmiyor. Elbise dar geliyor. Hele Davutoğlu’nun temposuna ayak uydurabilmeleri için yeni kadro ve yeni bütçe gerekiyor.
Toplantılar sırasında, içinde yaşadıkları kabuğu da kırma kararı alındı. Üniversitelerde konferanslar vermek, ülke sorunlarıyla daha yakından ilgilenmek için bir harekat planı hazırladılar.
Dışişleri Bakanlığı, kurumlarımızın en aydın, dünyaya en açık olanlarının başında gelir. Umarız, bu
iktidar durumun farkına varır da, Dışişlerini, Monşerlikten gerçek statülerine
terfi ettirir.