RTÜK gibi her kafadan bir ses çıkan, devletin,
iktidarın, muhalefetin, medyanın, halkın ve her milletvekilinin bir istekte bulunduğu bu kurumu tüm şikayetlere rağmen, yine de belirli bir denge içerisinde tutmasını bildi. Diyaloğa önem verdi. Herkesin görüşünü aldı. Ancak Partisinin ve
Deniz Feneri’nin gölgesinden kendini kurtaramadı.
Zahid Akman’ın iki yıllık RTÜK Başkanlığı bitti.
Ne yazık ki, Deniz Feneri olayı konuyu öylesine dağıttı ki, Akman’ın Başkanlığı hakkında soğukkanlı bir değerlendirme yapılamıyor. Dava, dışardan bakıldığında, Akman’ı da kuşkulular arasına sokuyor veya bizlere öyle geliyor. Ne olursa olsun, bence Akman işin başında
istifa etmeyerek hata etti. İstifa, belki bazı kesimlerde “ İşte gördünüz mü, suçluluğunu kendi de kabul etti” diye yorumlanacaktı. Aslında bu kesimler,
davada aklansa dahi Akman’ı suçlayacaktı. Oysa, istifa etse, kamuoyunun büyük bölümünden alkış alacak ve en önemlisi bunca zamandır yıpranmayacaktı.
Neyse, ben dava konusuna değil, Akman’ın RTÜK Başkanlığına değinmek istiyorum.
Kim ne düşünürse düşünsün, ben Akman’ın, Türkiye’nin bugünkü garip koşulları ve kuralları dikkate alındığı taktirde, iyi bir Başkanlık yaptığı kanısındayım. Kimi meslekdaşlarımın
eleştiri oklarına
hedef olma pahasına, ne düşündüğümü yazacağım.
Akman’ı beğenmemin başlıca nedeni, insanlarla
diyalog kurmasını bilmesi, başka görüşleri de dinlemesi, dikkate alması, son derece kibar ve uygar bir kişiliğe sahip olmasıdır.
RTÜK, uygar ellerde olumlu işler yapabilecek, ancak niyetleri kötü olanların eline düştüğü taktirde, son derece tehlikeli sonuçlara getirebilecek bir kuruluştur. Çok farklı eğilimler ve siyasetlerin çarpıştığı bir ortamda çalışır.
Bir yanda Devlet vardır.
Başbakanından, Bakanlara, hatta Belediye Başkanlarına kadar her birinin istekleri olur.
Bir yanda
Güvenlik kesimi vardır.
Askeri olsun, polisin olsun herbirinin TV haberlerine ve programlarına bakışları bambaşkadır.
Öte yanda, muhalefet, başta iktidar olmak üzere siyasi partilerin beklentileri ve hergün yüzlercesinin ulaştığı halkın şikayet telefonları...
RTÜK Başkanı hergün her yönden gelen
baskılar arasında kıvranır ve yine hemen hergün birkaç defa duyduğu cümle de şudur:
“ Siz RTÜK değil misiniz? Göreviniz TV kanallarını rayına oturtmak değil mi? Ya söyle ve bunları adam et ya da bu işi bırak”
Akman gazeteci olduğu için, haberi bilir, programların ve TV yönetimlerinin, reklamcıların ihtiyaçlarını bilirdi. Birbiriyle çelişik yüzlerce beklenti ve kurallar arasında ezilmesine rağmen, arada bir denge kurmaya çalışırdı.
Haberlerdeki abartıları, programlar arasındaki
reyting yarışını, reklam yayınlamasındaki karmaşayı belirli bir düzeye indirmeye çalıştı. Hem kendine verilen RTÜK Başkanlığı görevini yerine getirmeye, öte yandan da TV’leri
jandarma kıskacına sokmadan bu işi halletmeye çalıştı.
TV’lerle açık konuştu. Açık davrandı.
Yayınların muhafazakarlaşmasını ön planda tutmasının ötesinde, bir
yönetici olarak ben herhangi bir baskı ile karşılaşmadım.
Şimdi yeni bir dönem başlıyor.
Yeni bir başkan seçilecek ve TV yöneticileri belki de Akman’ı arayacakları bir sürece girecekler.
ALPEREN’LER DOĞRUSUNU YAPTI...
Alperen Ocakları eğer ellerine bir buket
çiçek alıp
İdil Biret’i olaylı konserin yapıldığı Topkapı Sarayı’nda ziyaret etmese ve
özür dileme anlamına gelen sözler söylememiş olsalardı, kamuoyundaki yerlerini kaybedeceklerdi.
Besbelli ki, bu Ocak’larda farklı insanlar var ve Genel Merkezin politikalarına ters düşebiliyor ve atacakları adımın nereye varacağını dahi hesaplamadan eylemlere girişiyorlar.
Genel Başkan Abdullah Gürgür, bu adımıyla hem BBP’sini, hem de Alperen Ocaklarını son derece tehlikeli bir damgadan kurtardı. Bir zamanlar, MHP’nin Ülkücüleri, kamuoyunda kaba kuvvet kullanan Gençlik Örgütü olarak nitelendirilirlerdi. Bahçeli yönetimi bu gidişi durdurdu. Son dönemlerde de, BBP’nin
efsane Başkanı
Yazıcıoğlu da, Alperenleri kaba kuvvetten uzaklaştırmak ve muhalefetlerini vurup kırarak değil, barışçı yöntemlerle yapmaları için büyük çaba harcıyordu.
Bu işler kolay olmuyor.
Alışkanlıklardan kolay kolay kurtulunamıyor.
Başkan Gürgür’den beklenen, sadece kamuoyunun gönlünü almakla yetinmemesi, içindeki sivrilikleri de tırpanlamasıdır. Kurallara uymayanlarla yollar ayrılmalı.
Türkiye’de artık konser basmak, din veya milliyetçilik adına kaba kuvvet kullanma döneminin kapandığını herkes anlamalıdır.
DOĞAN ULUÇ’UN HEYECANI...
Doğan Uluç, nesli tükenmek üzere olan gazetecilerin en önde gelen örneklerinden biridir. Hayatının büyük bölümünü ABD’de geçirmesine rağmen, Türkiye’den kopamamış ve adını sürekli manşetlerde tutmasını bilmiş nadir meslekdaşlarımdan biridir.
Kısaca, büyük haberlerinden bazılarını hatırlatayım:
The Beatles’ın
röportaj öncesi Doğan Uluç’u altı okka yapması.
Bild Zeitung'un Hürriyet'ten iktibas ettiği Uluç’un haberini okuyan Prenses Süreyya’nın sevgilisi Maximilian Schell ile telefonda
kavga ettikten sonra apar topar İstanbul'a gelip, karakola düşmesi.Türk asıllı Bulgar milli güreşçi İlyas'ı Bulgar'lardan kaçırıp Türkiye'ye getirmesi. Zsa Zsa Gabor'ın
Atina “Kemal Paşa” ismi verdiği haberi.
Los Angeles Başkonsolosu ve yardımcısını şehit ederek
Ermeni terörünü başlatan Yanikian, Ecevit'e New York'ta suikast teşebbüsünde bulunan Stavros, NATO'yu Doğu
Alman örgütü Staasi'ye satan yüzyılın casusu Hüseyin Yıldırım’la cezaevlerindeki röportajları. “Tüp
Bebek” öncüsü Dr. Shettles'ın formülüyle erkek çocuk sahibi olan bir düzine Türk ailenin oğullarına “Doğan” adını vermeleri... Buenos Aires'de meydan ve saat kulesinin isimlerini değiştirtmesi... Molla Barzani'yle vefatından önce, oğlu Mesut’un yanında, son röportajı. vs..vs..
EĞİTİM YÜZKARASI DURUMDA...
Üniversite sınav sonuçları hepimizin kuşku duyduğu bir gerçeği ortaya çıkardı. Meğer bizler gençlerimizi eğitmiyormuşuz. Tam aksine bir cahiller ordusu yaratıyormuşuz.
Medyada çıkan haberlere bakınca insan şaşkına dönüyor.
Aslında şaşırmamamız gerekir.Farkındaydık ama görmezden geliyorduk.
Manzaraya baksanıza, öğrenciler
Türkçe, Sosyal Bilimler,
Matematik ve Fen testinde, soruların yarısını bile çözememişler. 30 soruluk
Fen Bilimleri-1 testinde ortalama 4 doğru
yanıt çıkmış.
Daha, neler neler.
Neresinden bakılırsa bakılsın, önümüze serilen sonuçlar hepimizi derin derin düşündürmesi gerekiyor.
Hep duyardık, Üniversite hocaları sürekli şekilde “
Lise mezunları öylesine zayıf geliyorlar ki, üniversitenin ilk yılında lise son eğitimi vermek zorunda kalıyoruz” derlerdi. Sorun ortadaydı, ancak kimseler harekete geçmedi.
Peki bundan sonra ne olacak ?
Acaba hükümet, bu
alarm mesajını alıp harekete geçecek mi ?
Yoksa bir süre sonra unutup, başka konulara mı dalacağız ?
Bu gençler hepimizin geleceğidir.
Ne yapıp edip, bu soruna bir çare aramalıyız.