İç İşleri Bakanı Beşir Atalay’ın girişimleriyle devam eden ‘
Demokratik Açılım’ eksenindeki
Güneydoğu meselesinin çözümü ve
terörle mücadelede yeni tartışmalar sürüyor.
Baştan söyleyelim.
İç işleri Bakanı’nın bu konudaki
İran-
Irak ziyaretlerinin yanında
Suriye ile temasları bu konuda akla uygun görünüyor. Ancak bölgedeki uluslar arası devlet ve örgütlerin planları ekseninde olayı değerlendirdiğimizde öncelik sıralamasına bir kez daha bakmak gerekiyor.
Çünkü
Avrupa ve ABD’deki etkin lobilerin ileri sürdüğü,
Türkiye’nin doğuya kaydığı yönündeki iddialarına; uluslar arası örgütlerin şer eksenine dahil ettiği-her ne kadar hem ilan edip hem de ptrol –nükleer işbirliğini kendileri yapıyor olsalar bile- ülkeler ile Türkiye birlikte oluyor iddialarına
delil oluyor.
Diğer ilginç bir nokta ise, ABD ve Türkiye’nin ortak düşman ilan ettiği, Avrupa’nın
terör örgütü olarak gördüğü, bölgede tüm ülkelerin karşı olduğu ve Türkiye’nin 30 yıldır mücadele ettiği
PKK nasıl bu kadar direnebiliyoru sorgulamak gerekmiyor mu?
Bu da gösteriyor ki! istihbarat raporlarına v
e devletin en üst temsilcilerinin zaman zaman gündeme getirdiği örgütün arkasında bazı devletlerin ve istihbarat örgütlerinin olduğu gerçeğini hiçbir zaman göz ardı etmemeyi gerektirdiğidir.
Bu yüzden Güneydoğu meselesinin çözümünde içeride kolay atılacak adımları öne alarak sonuca gitmek daha kolaylaşacak gibi görünüyor.
Tam da burada Bugün Gazetesi’nin iki gündür yayınıyla başlayan iddialara bugün bir yenisi daha eklendi. Hem de devletin en üst seviyedeki temsilcisinin ağzından.
Referandum sürecinde de PKK'nın insanları
baskı altına aldığını söyleyen
Hakkari Valisi
Muammer Türker, alınan güvenlik önlemlerine rağmen, örgütün vatandaş üzerindeki baskısının engellenemediğini aktarıyor.
Terör örgütünün bir korku imparatorluğu oluşturmak istediğini aktaran Türker; ”
Tehdit mesajları gönderiyorlar. Bir de Hakkari'de yıllardır yaşanan olumsuzlukların etkisi ile insanları bu tür etkilere çok açık hale gelmiş. Korkuyorlar. BDP bu sosyal şartlar içerisinde maalesef boykot olayında başarılı oldu. Fakat
referandumdaki ve okul boykotu insanların istediği bir şey değil. Vatandaşlar herkes gibi çocuklarını okula göndermek istiyor. Referandumda hür iradesini sandığa yansıtmak istiyor. Dolayısıyla baskı etkin, yani insanlar kendi gönülleriyle yapmıyor. Hakkari,
silahlı terör örgütü nün etkisine şu dönemde biraz açık.( 6. 10. 2010 –Bugün)" olduğunu kaydediyor.
Bu da gösteriyor ki anayasa değişiklik paketinin halkoylamasına sunulmasıyla, sözde bölgenin sözcülüğü ve temsilciliğine soyunan BDP’nin başlattığı boykotun arkasında PKK’nın korkutma ve öldürerek sindirme politikasının olduğudur.
Bu arada çok önemli bir konunun altını çizen Hakkari Valisi Muammer Türker, bölgenin fiziki yapısından bahsederken sınır güvenliğinin dört dörtlük sağlanamadığına dikkat çekiyor.
Güneydoğu konusunda araştırmalar yaparken karşıma çıkan bu durumu anlamakta zorluk çekmiştim.
Çünkü yıllardır bölgede terörle mücadelede ön safta olan TSK vardı ve bu nasıl mümkündü? Ayrıca bölgede sınır boyunca
karakollar yok muydu?
Ama öyle olmadığını bu konuyu araştırırken görmüş oldum. Hakkari Valisi’nin de söylediği gibi coğrafi nedenlerden dolayı Irak 70 km’lik sınır boyunca karakol yok, güvenlik yok. Ayrıca İran – Irak sınırı boyunca sarp kayalıklardan dolayı bile sınır işaretleri zaman zaman sınır taşlarından ibaret.
Bütün bunlara dağ başında on kişilik mangadan oluşan karakolların
teknik imkânlarının zayıflığı ve sınıra yakın iki taraf içinde birçok sınır köyünün varlığı gibi faktörleri göz önüne alındığında, yasadışı geçişlerle birlikte silah-uyuşturucu kaçakçılığının kolaylaştığını tahmin etmek zor değil.
Ki Hakkari,
Şırnak ve Van gibi
kontrol altında tutulması zor olan bu sınır bölgelerinde başta akaryakıt,
gıda,
elektronik eşya, silah,
patlayıcı maddenin yanında insan kaçakçılığının yapıldığı devletin en üst temsilcilerinin bilmemesi mümkün değil.
Çünkü ne zaman Güneydoğu meselesi gündeme gelse; bu bilgi ve belgeler zaman zaman hep idarecilerin önünde istihbarat raporu olarak yer alıyor.
Bu noktada ise bu işin çözümü için tüm
toplum kesimleriyle birlikte devletin kurumlarının özellikle siyasetçilerin daha ciddi ve samimi olarak bu konunun üzerine gitmeleri gerekiyor.