12
Eylül 1980
darbesinin üzerinden 30 yıl geçti. Türkiye'yi kimyasal ve organik şekilde değiştiren darbe sonrasında 650 bin kişi gözaltına alındı, 1,683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü' belgelendi...
TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına
kilit vuruldu ve mallarına el konuldu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
12 Eylül 1980 darbesinin sonuç bilançosu bu kadar değil elbet. Darbeciler,
halkı ‘
toplum mühendisliği’ projesiyle ikna edemediğinde kötekle hizaya getirmeye çalıştı.
Açılan 210 bin
davada 230 bin kişi yargılandı. 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi “
örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 14 kişi
açlık grevinde öldü.
16 kişi “kaçarken” vuruldu. 95 kişi “çatışmada” öldü. 73 kişiye “
doğal ölüm raporu” verildi.
388 bin kişiy
e pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120
öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
400
gazeteci için toplam 4 bin yıl
hapis cezası istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay
hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve
dergi imha edildi.
***
Şimdi ise 27
Nisan e-muhtırası,
Ergenekon soruşturması,
İrtica Eylem Planı, Darbe (
Ayışığı,
Sarıkız, Yakamoz, Eldiven) günlükleri ve
Balyoz Darbe Planlarından dolayı sorgulamalar devam ediyor.
Uzatmamak için
Yargı’nın masasında olan ‘
Balyoz Darbe Planı veya Semineri’ üzerinden konuyu netleştirelim.
Taraf Gazetesi'nde yayınlanmasıyla ortaya çıkan bilgilere göre; 29'u
general 162 subayın katıldığı bir toplantıda kararlaştırıldığı ileri sürülen
darbe planı 12 Eylül'ü
model alırken, 2003 darbesinin Balyoz olarak isimlendirilmiş.
Çarşaf ve
Sakal gibi isimleri olan
eylem planlarına göre; camilerde
kaos hedeflenirken, Hava Kuvvetleri'ne ait jetin
Yunanistan açıklarında düşürülmesiyle
AK Parti hükümetinin dış politikada aciz olduğu havası yansıtılacakmış. Bunları halkın gözünde meşrulaştırmak için de medyada dost ve
muhalif olan gazeteciler de unutulmamış. Ve Plana Darbeden sonra
işbirliği yapılacak 137 gazetecinin ve tutuklanacak 36 gazetecinin isimleri bile kaydedilmiş.
Ayrıca 2003 tarihli Çarşaf ve Sakal kodlu eylem planlarına göre, darbe ortamı oluşturmak amacıyla Fatih ve Bayezıt camilerinde cuma günü
bombalı saldırı yapılması
hesaplanmış. Vahim olan ise önce halk içinde görevlendirilen Tim’ler eliyle panik ve kaos sebebi olacak olayların (cami
bombalama gibi) gerçekleştirilmesi ve arkasından kurtarıcı olarak TSK(cunta)’nın devreye gireceğinin planlanması dikkat çekiyor. Ve planda hedefte masum halk olmakla birlikte, darbeye muhalif olacak kurumlar (Emniyet) dahil her ihtimal masaya yatırılmış.
Gelinen noktada ise Balyoz Darbe Planı/Semineri belgelerine göre yargı görevini yapıyor. Ancak Balyoz Darbe Planı/Semineri’nin deşifre olmasıyla, hesap vermeye ve sorguya alışık olmayan; devletin içindeki kurumları ‘Kuvvetler ayrımcılığı’ mantığıyla idare eden bazı
sivil ve bürokratik kişiler, gelişmeleri maalesef hazmedemiyorlar. Hatta ‘Dost medya’nın da desteği ile gelişmeleri bulundukları yerden hem dünyaya hem de kamuoyuna; AK Parti’ye muhalif olan laik cephenin bertaraf edilmesi şeklinde duyuruyorlar.
Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin; “…Buradaki silahı tank, top olarak göreceksek tabii ki silahlı kuvvetler üstün; ama bu savaşta asıl güç, hukuk silahını iyi kullananda. Bu noktadan bugüne dek yaşananlara bakarsak, hukuki donanımda TSK’nın, sivillerin, daha açıkçası hükümetin gerisinde kaldığını söyleyebiliriz.” Diyor. Aynı zamanda 12 Eylül’ü görmüş ve darbelere her zaman karşı olduklarını söyleyenlerin şimdi ‘Paşalar’a bunlar neden yapılıyor? Demeleri garip kaçıyor.
Ayrıca demokratik bir ülkede suç girişimleri üzerine yargının ve devletin kurumlarının vazifelerini yapmaları ne zamandan beri ‘savaş’ olarak görülüyor anlamak mümkün değil. Ve milletin gözbebeği TSK’nın içinde yuvalanmış ‘cuntagillerin’ suç girişimlerine kılıf bulmak adına; ‘TSK’nın hukuk alanında eli zayıf’ yorumunu izah etmek kolay olmasa gerek. Daha da ötesi
Askerin ve sivilin Hukuklarının ayrı olduğunu iddia etmek, dünyada sadece bize has olsa gerek. Unutulmamalı ki! Asker için de sivil için de bir tane hukuk vardır.Bir ülkede iki hukuk anlayışından bahsediliyorsa, demek ki bazıları hala darbeleri meşru görüyor demektir. Küçükşahin’in ve darbe planlarının mimarlarını savunmaya kalkanların unuttuğunu hatırlamakta fayda var.
Yargının önündeki hesap sormaların ve sorgulamaların devletin tüm kurumlarının (Emniyet, Yargı,
Genelkurmay ve MİT’in elindeki bilgi ve belgelerin birleşmesiyle) paralel çalışmasıyla yapıldığıdır. TSK’nın içinde
Askerlik mesleğini namusuyla ve onuruyla yapan binlerce insan var.
Millet de fevkalade bunun farkında. Ve bundan da kimsenin şüphesi yok. Öyle anlaşılıyor ki! Hukuka ve devletin kurumlarına saygıdan bahsedenler; Meclis’i ve halkın iradesiyle kurulmuş hükümeti hedef alanların yaptıklarını hem görmek istemiyor, hem de gözden kaçırmak istiyorlar veya suç içeren icraatlarını pazarlık yoluyla affedilmesini istiyor.
Kısacası darbe girişiminde bulunarak ‘Onurlu bir mesleğe’ onursuzluk getirenleri
kurtarma faaliyetleri dört koldan devam ediyor. Bu arada Cumhurbaşkanı,
Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın görüşmesinin arkasından yapılan açıklamadaki; ‘gündemdeki meselelerin anayasal düzen ve kanunlarımız çerçevesinde çözüme kavuşturulacağından vatandaşlarımızın emin olmaları ve bu süreçte kurumlarımızın yıpranmaması için herkesin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği hususları vurgulanmıştır.’ İfadeleri herkesin hukukun önündeki eşitliğini yeterince açıklıyor.
Varsın! Biraz da darbe dönemlerinde ve devamında halkın uykusunu kaçıranların/darbeyle milletin geleceğini çalmak isteyenlerin uykusu kaçsın.