Askerî
uçak kazaları dünyanın her yerinde olur, bizde olduğu gibi. F-16’lar, F-4’ler, Black Hawk’lar,
Cobra’lar ile Casa nakliye uçakları bizde zaman zaman düşen uçaklar. Ancak bu savaş uçaklarının düşüş nedenleri hiçbir zaman bağımsız komisyonlar tarafından soruşturulup, sonuçları kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Askerler, genelde her
uçak kazası sonrası kısa bir açıklama yapıp, “Olayı soruşturuyoruz” derler, siyasi otorite de zaten “Niye bu uçaklar düşüyor?” diye
hesap sormaz, açıklama istemez askerden. TSK,
soruşturma sonuçlarını zaman zaman açıklasa bile tatmin edici olmaz ve daha ziyade kandırmaca niteliğindedir, bir şekilde olaylar örtbas edilir. Tıpkı, 2001 yılında meydana gelen kazada 34 Özel
Kuvvet askerinin öldüğü
İspanyol yapımı üç Casa nakliye uçağının, art arda düştüğü olay gibi. Ya da 1997 ve 1998 yılında,
Amerikan Sikorsky yapımı Black Hawk ile yine Amerikan yapımı Cobra ve
Fransız yapımı Cougar uçaklarının,
PKK tarafından, Rus yapımı SA-7A ve SA-7B yerden havaya fırlatılan roketlerle düşürüldüğü ve içlerindeki askerî mürettebatın öldüğü olaylar gibi.
Casa uçakları ile ilgili olarak
Sabah gazetesi, 29 Ocak 1990 tarihli nüshasında “Trilyonluk uçak ihalesindeki ANAP’lı” manşetiyle bu uçaklarla ilgili
teknik ve ihaledeki olası yolsuzluk iddialarını dile getirmişti. 1990 yılında Sabah’taki haberi kaleme alan gazeteci Nezih Tavlaş daha sonra da Casa Olayı adlı kitabında,
Hava Kuvvetleri tarafından Casa uçakları için yapılan ilk testte olumsuz
rapor düzenlendiğini ve uçaklardaki teknik eksikliklere dikkat çekmişti. Bu rapor dikkate alınmayınca peş peşe üç Casa uçağı da düştü. Ne hesap veren, ne de hesap soran oldu.
Televizyonlarda sık sık boy gösteren bir
general var; verdiği her bilgi yalan üzerine kurulu. İşte o generalin döneminde, PKK, Rus yapımı roketleri fırlatarak envanterimizdeki yukarıda adı geçen uçakları düşürmüştü. Yaklaşık 15 askerin öldüğü bu vahim kazalardan sonra ancak ihaleye çıkılarak, düşen bu uçakları PKK’nın kullandığı Rus yapımı roketlerden koruyacak laser koruyucu sistemlerinin tedariki yapıldı ya da halen yapılacak. TV’lerde habire boy gösteren o generalin, söz konusu uçakların misyonları sorumluluk alanına girdiği içindir ki ihmali büyüktür bu uçakların PKK tarafından düşürülmesinde.
Şimdilerde de, Bugün gazetesinin ortaya çıkardığı ve bazı
subayların, PKK zayiat vermesin diye
İsrail yapımı Heron uçaklarının düşürülmesini ya da koordinatlarının değiştirilmesini istedikleri iddiaları var.
Milli Savunma Bakanı Vecdi
Gönül bana verdiği demeçte, olayla ilgili soruşturma dosyasının sürüncemede kaldığını ve ancak kendi
bakanlığının girişimiyle soruşturmanın –aradan üç yıl geçtikten sonra- “doğru adrese,” yani
Genelkurmay Askerî Savcılığı’na gittiğini söyledi.
Bakan Gönül’ün açıklamasındaki hukuki soruna değinmeden önce yukarıda belirtilen olayda adı geçen Heron insansız hava araçlarıyla (İHA) ilgili bir detayı sizinle paylaşmak istiyorum. İsrail’in Heron uçaklarının teslimatını geciktirmesi üzerine
Türkiye bu ülkeden 2007 yılı itibariyle bir ya da iki adet Heron ile farklı versiyondaki İHA’lardan satın aldı ya da kiraladı. Daha sonra
Heronlardan birinin düştüğü gazete haberlerinde yer aldı. Ama ne basın, ne hükümet, ne de
Parlamento, “Bu Heronlar niye düştü?” diye, merak edip olayın arkasını getirdi.
Bazı subayların PKK ile
işbirliği amacıyla Heronların düşürülmesini istedikleri yolundaki iddialara ilişkin soruşturma üç yıl bekletilmeyip, doğru adrese, yani
sivil savcılığa gönderilip,
mahkeme süreci bir an önce sonuçlandırılsaydı, belki de o dönemlerde Heron’un neden düştüğünü de bilecektik.
Gelelim Bakan Gönül’ün söz konusu iddialarla ilgili hukuki sürece ilişkin açıklamasındaki hatalı yaklaşıma. Emekli Askerî
Hakim Ümit Kardaş, Bakan Gönül’ün, dosyaya Bakanlığı’nın el koyarak
yetki karmaşasını çözdükleri açıklamasını “Anlamsız,” diye nitelendiriyor. Kardaş, “Gönül, dosyayı Adalet Bakanı’na gönderir, Bakanlık da özel yetkili mahkemeye gönderir, bu kadar basit. Zira, PKK-asker işbirliği iddialarına askerî mahkeme bakmaz,” diyor.
Kardaş’a göre, “Niyet, işleri kapamak, örtmek olunca, askerî savcıya gönderirsiniz. Sivil zaten korkuyor. Bu olay zamanında çıktığında gereğini yapmayanlar zaten suçlu. Başbakan’ı da yanıltıyorlar.”
“Belli ki Milli
Savunma Bakanı’nı, danışmanları bilgilendirmiyorlar,” dedikten sonra şöyle devam ediyor Kardaş; “Askerî
Ceza Yasası da, (353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun’nun Müşterek Suçları düzenleyen 12. maddesi de), söz konusu iki subayın sivil mahkemelerde yargılanmalarını öngörürken konuya Genelkurmay Başkanlığı’nın bakıyor olması, Türkiye’de fiili hukuksuz bir rejimin olduğunu, kanunların dahi uygulanmadığını gösteriyor.”
Kardaş, tezinin hukuki veçhesine şu izahatı getiriyor; “Ortada,
terör örgütü PKK ile işbirliği yaptıkları iddia edilen iki subay var. Terör örgütünün tüm eylemleri zaten özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülüyor, askerî yargıyla hiç ilgisi yok. Asker kişilerin PKK örgütüne
destek verdikleri iddiası sivil suçla alakalı bir konu.”