Kolay değil,
Türkiye’ye asker aracılığıyla her istediğini yaptırıyordu
İsrail. Artık o günlerin geride kaldığını kabullenmesi zaman alacak.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon
Peres’in,
Amerikan Defence News dergisine verdiği gerçekten tuhaf demecini de, bu kabullenme sıkıntısının bir yansıması olarak görmek lazım.
Peres, demecinde, Türkiye’de demokrasiyi ordunun koruduğu gibi anlaşılmaz bir açıklama yaparken, “Ancak ordunun rolü değişti. Şimdi soru Erdoğan’ın kendi
Müslüman nüfusunu demokrasiye doğru mu götüreceği, yoksa demokratik güçlerin daha İslâmcı bir devlet mi isteyeceğidir,” diyor.
Belli ki Peres, özelinde
Başbakan Erdoğan’ın, İsrail’in
Gazze saldırılarına tepki olarak Davos’ta yaptığı “One minute,” çıkışını hazmedememiş. Ama asıl Peres, Türkiye’de güç dengelerinin bir nebze de olsa
sivillerden yana değişim göstermekte olduğunu, Türkiye’de İslâmcılığa geçiş tehlikesi yaşanıyor gibi okumayı
tercih etmiş.
Defence News dergisine verdiği TSK bağlantılı sözleri bunu açıkça gösteriyor.
Hükümetin, geçen ay İsrail’i
Anadolu Kartalı tatbikatından son dakika kararıyla çıkartmış olması diplomatik usullere uygun değildi, doğru, iki
ülke ilişkilerini de yine gerdi. Ama bu karar, siyasi otoritenin, askerin tekelinde olan bir alana haklı olarak müdahale etmesiyle güç dengesinin siviller lehine değiştiğini göstermişti.
Türkiye ve İsrail arasındaki askerî ve
savunma sanayii
işbirliğinin temelleri 1996 yılında, ABD’nin de desteğiyle, dönemin
Genelkurmay İkinci Başkanı
emekli Orgeneral Çevik Bir’in mimarlığında atıldı. İki ülke arasında askerî alandaki bu işbirliği Türkiye lehine de gelişme gösterdi, bunu inkâr edecek değilim.
Askerî ve
savunma sanayii işbirliği, iki ülke polis teşkilatları arasındaki istihbarat işbirliği ile genişledi. Bu arada ticari ilişkiler de arttı, bütün bunlar olumlu gelişmeler. Yeter ki askerî ve savunma sanayii işbirliği, sivil otoritelerin tam denetiminde sürseydi.
Ama 1999 yılında askerin de onayıyla bir sivil müdahale oldu. İsrail’in Türk hava sahasında yaptığı eğitim uçuşları öyle bir noktaya gelmişti ki dönemin
Milli Savunma Bakanı Hikmet
Sami Türk’ün
imza attığı
anlaşma ile İsrail’in Türk hava sahasındayken çaktırmadan komşu
Suriye hakkında uydu istihbaratı toplaması engellendi.
Keza Amerikan ve
İngiliz uçaklarının da, şimdi idam edilen dönemin
Irak Devlet Başkanı
Saddam Hüseyin güçlerine karşı Irak Kürtlerini korumak amacıyla
İncirlik üzerinden
Kuzey Irak’a yaptıkları uçuşlar sırasında
İran ve Suriye hava sahalarına girmeleri de engellendi *.
Geçmişte yaşanan bu olayı anımsattıktan sonra İsrail’in deneyimli politikacısına TESEV’in ordu-
siyaset ilişkileri üzerine yeni yayımladığı bir
raporu İngilizceye çevirtip okumasını da
tavsiye ediyorum. Böylece TSK’nın, siyasete müdahalesinin, tam tersine demokrasiyi nasıl tahrip ettiğini anlar. Gerçi, Peres de, 1960 ile 2007 yılları arasında gerçekleşen TSK’nın
darbe eylemlerinin, ordunun bırakın demokrasiyi korumasını nasıl tahrip ettiğini gayet iyi bilir.
Dolayısıyla Peres, ülkesinin eskisi gibi askerler üzerinden Türkiye’de at koşturamadığının farkında olduğu için anlamsız demeçler veriyor.
Bu arada, TESEV’in daha önce yayımlanan güvenlik sektörünü irdelediği iki almanağının bir özeti olan ve
Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Hale Akay’ın kaleme aldığı raporu, hükümetin geçmişte yapmış olduğu askerî reformların
kozmetik olmaktan öteye gitmediğini ve askerlerin yine bildiklerini okumaya devam ettiklerini örnekleriyle gözler önüne seriyor.
Rapordaki diğer önemli tesbit de askerin siyasetten uzaklaştırılması konusunda sivil irade eksikliğinin hissediliyor olması.
Rapor,
Alman Heinrich Bohl vakfıyla TESEV’in geçen hafta sonunda İstanbul’da düzenlediği bir toplantıda tartışıldı.
Hafta sonu toplantısından hemen önce ise
Ankara Bilkent’de merkezi Hollanda’da bulunan CESS adlı düşünce kuruluşu ile ortaklaşa düzenlenen seminerde, bir ilke imza atılıp, akademisyenlerin TSK’nın tekelinde bulunan güvenlik bilgilerine ulaşmaları ve bu alanda bilim adamlarının yetiştirilmesi üzerinde duruldu. CESS, yaz aylarında da çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin, güvenlik alanında bilinçlenmeleri üzerine bir çalıştay düzenlemişti.
Aslında ne trajikomik bir durum; uluslararası ilişkiler eğitimi alan öğrenciler ve akademisyenler, bilinçli bir biçimde güvenlik alanında eğitimden yoksun bırakılıyorlar. Aynı durum basın ve dolayısıyla
toplum için de geçerli.
*
Hikmet Sami Türk, Jane’s Defence Weekly, 14
Nisan 1999