Ordu iç tehdide göre yapılanırsa...


TSK’yla ilgili açık kaynaklardan dahi okunan bilgiler, 1990’lı yılların başında komünizm tehdidinin sona ermesi ve SSCB’nin dağılmasıyla başlayan süreçten itibaren ordumuzun, bütün enerjisini ve dolayısıyla ülkenin mali kaynaklarının önemli bir bölümünü, iç tehdit diye nitelendirdiği “bölücü ve şeriatçı” unsurlara karşı yapılanmaya harcadığını gösteriyor. Hükümetin, içeriğinin önemli bir bölümüne onay vermemesine karşın 2006 yılında yayımlandığı bilinen ve kamuoyundan gizlenmesine karşın Sauna çetesi üyelerinden birinin evinde bulunan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB), iç güvenlik için harcanan zamanın, yanlış uygulamalar sonucu, heba olduğunu ortaya koyuyor. MGSB’ye dayanarak hazırlanan ve askerî yapılanmayı öngören Türkiye’nin Milli Askerî Stratejisi (TÜMAS) belgesi de, Türkiye’nin bütünlüğü, bekası ve anayasal düzenini hedef alan yıkıcı, bölücü ve radikal dinî faaliyetlerin oluşturduğu iç tehdidin, dış tehdide göre önem ve önceliğini koruduğunu belirtir. İç tehdit birinci öncelikli tehdit olarak algılandığı içindir ki, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde hareket yeteneği yüksek ve iç güvenlik kuvvetleriyle (Jandarma) birlikte kullanılan iç güvenlik tugayları oluşturuldu. Bu noktada ciddi şekilde sorulması gerek sorular; TSK’nın belirlediği bu iç tehdit değerlendirmelerinde, tehdit olarak gösterilip kalın ve büyük harflerle adı yazılan Fethullah Gülen gerçekten tehdit mi, değil mi? Ya da halkın iradesiyle işbaşına gelen hükümet gerçekten tehdit mi? İç tehdit kavramı öylesine abartılmış durumda ki, gazeteci, işadamı, hükümet kim varsa fişlenip, kamuoyu önünde itibarsızlaştırma gibi onur kırıcı andıçlara, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın da doğruladığı gibi TSK imza atmış. Bu durum da ülkeyi, gerçek tehdidi oluşturan aşırı uçtaki hareketlere karşı kırılgan hale getirme riski taşıyor. Radikal’den Ertuğrul Mavioğlu’nun dünkü haberinde de belirttiği gibi, örneğin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan soruşturma çerçevesinde savcı ve hâkimlerin arama yapmayı sürdürdükleri ÖKK Seferberlik Tetkik Kurulu’nun (STK) faaliyetleri, iddia edildiği gibi olası bir düşman işgaline karşı alınması gereken tedbirlerle sınırlı değil. Mavioğlu, tutuklu Ergenekon sanığı ve eski ÖKK görevlisi Fikret Emek’in savcılara verdiği ifadesinden alıntı yaparak, hem askerlerin hem de sivillerin fişlenmesinin STK’nın rutin işi olduğuna dikkat çekiyor. Ben şaşırmadım Emek’in ifadelerine, ortaya dökülmüş ve bizzat TSK tarafından doğrulanmış andıç belgeleri varken. Türkiye’de zorluklarla karşılaşılsa da bir dizi demokratikleşme adımları atılmaya çalışılırken, örneğin, ÖKK niye daha da güçlendirilerek kolordu seviyesine çıkartılır? Hükümet, iç güvenliğin profesyonel güçlerle yapılması için bazı adımlar atarken, niye Genelkurmay Başkanlığı’nda 1- İç Güvenlik Operasyonları Başkanlığı, ve 2- ÖKK Komutanlığı bulunur? Üstelik, emekli Askerî Savcı Ümit Kardaş, ÖKK’nin varlığının yasal bir dayanağı olmadığına işaret ederken, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in, 17 yıl önce o zamanki adı Özel Harp Dairesi olan ÖKK’nin bazı yasadışı işlere karışmış olabileceğini vurgulamış olmasına karşın. Yine Genelkurmay Başkanlığı ve Ankara Garnizonu’na bağlı Gölbaşı’da 1. ve 2. diye adlandırılan ÖKK’lar var? Bu komutanlıkların işlevi nedir? Daha yanıt bekleyen pek çok soru var; sivil hâkimlerin, Türkiye tarihinde ilk kez bir askerî karargâha hem de varlığı son derece tartışmalı bir komutanlığa girip evrak arama yapıyor oldukları bir sırada. Bakın, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın kuvvet yapılanması ve teşkilatlanma esasları nasıl sıralanıyor: – Psikolojik harekât dahil özel harekât icra edebilmesi, – İç tehditle mücadelede görev yapabilmesi, – Yurtdışında güvenlik ve harekât ortamının şekillendirilmesine katkıda bulunması, – Sivil-asker işbirliği faaliyetlerini icra edebilmesi. İçselleştirmiş olmamızdan dolayı Türkiye’de halen Sıkıyönetim düzeninin kısmen de olsa hâkim olduğunun farkında bile değiliz. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun Kuvvet istemi başlıklı 21. maddesi, 1996 yılında İller İdaresi Kanunu’nda yapılan değişiklikle tıpa tıp aynı. Askerî makamların barış dönemlerinde iç güvenlikten yetkili ve sorumlu olması ancak Sıkıyönetim durumunda söz konusu olmasına karşın, 1990’lardan sonra hız kazanan terör faaliyetlerinden sonra İl İdaresi Kanunu’nda 1996 yılında bir değişiklik yapıldı. Buna göre, valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri hallerde gerekirse Jandarma Genel Komutanlığı’nın veya Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım istiyorlar. Maddeye bakar mısınız, bütün kuvvet komutanlıklarından iç olayları bastırmak üzere yardım istenebiliyor. Adeta halka karşı savaş yürütülüyor gibi bir durum var...
<< Önceki Haber Ordu iç tehdide göre yapılanırsa... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER